tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Eyl 6, 2017 |
Tahliye taahhütnamesi; kiracı tarafından, kiralanan taşınmazın belgede belirtilen tarihte hiçbir şarta gerek kalmaksızın boşaltıp tahliye edileceğine ilişkin imzaladığı yazılı belgedir.
Yasalarımız, çoğunlukla kiracıyı korumakta; bu şekilde daha güçsüz konumda olan kiracı yararına düzenlemeler yapmaktadır. Ancak; Borçlar Kanunu madde 352, tahliye taahhütnamesini düzenlemiş olmakla; kiraya verenleri tahliye konusunda koruma altına almıştır. Bu sayede kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlenebilir.
Tahliye taahhütnamesinin geçerli kabul edilip, kiracının bu belgeye dayanarak tahliyesinin talep edilebilmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Öncelikle; tahliye taahhütnamesinin geçerlilik şartları şu şekildedir:
Tahliye taahhütnamesinin geçerli olabilmesi için gerekli şartlar;
- Tahliye taahhütnamesi yazılı olmalıdır. Sözlü olarak beyan edilen tahliye taahhüdü gerçerli değildir.
- Yazılı şekilde yapılan bu taahhütnamesinde taşınmazın hangi tarihte boşaltılacağı açık ve net bir biçimde belirtilmiş olmalıdır. Aksi takdirde yapılan tahliye taahhüdü kanunda öngörülen kurallara aykırılık oluşturduğundan geçersiz sayılacaktır.
- Dava konusu taşınmaza ilişkin kira sözleşmesinin 3. ve 17. maddelerdinde yer alan: “kiracı kiralanan mecuru Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun özelleştirme ile ilgili kararından itibaren üç ay içerisinde tahliye edeceği peşinen kabul ve taahhüt eder.” hükmü, şarta bağlı bir taahhüt niteliğinde olup, Borçlar Kanun’un maddesi uyarınca gerçerlidir. Şart gerçekleşmiş ise taahhüt hüküm ifade eder. Ancak tahliye taahhüdünün açıkça belli ve muayyen bir tarihi içermesi gerekir. Sözleşmenin 3., 17. maddesi belli ve muayyen bir tarihi içermediğinden bu tahliye taahhüdüne değer verilemez. Bu nedenle davanın reddi gerekirken, yazılı gerekçeyle hüküm kurulması doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2007/6086 K. 2007/7625 T. 18/06/2007)
- Tahliye taahhütnamesi, kiralananın kiracıya tesliminden sonraki bir zamanda düzenlemiş olmalıdır. Ancak, düzenlenme tarihinin bulunmaması veya sonradan doldurulmuş olması halinde bu durum tahliye taahhüdünü geçersiz hale getirmez.
- Davada dayanılan ve hükme esas alınan 15.01.2003 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi tarafların imzasını taşıdığına göre geçerli olup tarafları bağlar. Kiracı tahliye taahhüdü amacıyla boş kağıda imza attığını üzerinin sonradan doldurulduğunu savunmuş ise de, yapılan bu savunmaya itibar edilemez. Boş kağıda imza atan kimsenin bunun sonucuna katlanması gerekir. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2009/11095 K. 2010/2313 T. 04/03/2010009
- Tahliye taahhütnamesini bizzat kira sözleşmesinde kiracı olarak anılan kişinin veya onun vekilinin imzalaması gerekmektedir.
Sonuç olarak, eğer kiracının ev sahibine verdiği tahliye taahhütnamesinde bazı tarihler boş veya belirlenenden farklıysa, sadece boş bir kağıt imzalanarak teslim edildiyse; kiracı, hata- hile veya tehdit altında imzalanmış bu belge ile bağlı olmadığını, öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl içerisinde bildirmelidir. Bu bildirim noter vasıtasıyla yapılmalıdır. Kiracı, kanunda kendine tanınan bu hakkı süresi içinde kullanmadığı takdirde kiraya veren ile aralarındaki tahliye taahhüdü geçerli olacaktır. Kiraya veren ile kiracı arasında tahliye taahhütnamesi nedeniyle çıkacak bir uyuşmazlığın dava yolula çözülmesi sırasında, kiracı boş olarak imzaladığı belgenin tahliye taahhüdü olarak verilmediğini veya tahliye taahhüdü olarak verilmekle beraber; tahliye tarihi ve diğer hususların kiraya veren ile aralarındaki anlaşmaya aykırı doldurulduğunu ispatlayamadığı sürece belge geçerli olacaktır.
Tahliye taahhütnemesinin kiralananın tesliminden sonraki bir tarihte düzenlenmesi gerektiğinden yukarıda bahsetmiştik. Bu nedenle kiracı kiralananın tesliminden sonra herhangi bir tarihte kiraya verene tahliye taahhütnamesini gönderebilir.
Tahliye taahhütnamesinde belirtilen tahliye tarihi geçmiş olmasına rağmen kiracı, kiralananı boşaltmamışsa, kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir. Bu 1 aylık süre zarfında, icra dairesinden tahliye talebinde bulunulmaması veya mahkemede tahliye davası açılmaması hak düşürücü sürenin geçmesine ve talebin reddine sebep olur.
Eğer kiraya veren mahkeme kanalıyla tahliye davası açmak ister ise görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesi’dir.
Bilinmelidir ki, tahliye taahhütnamesinde yazılan tahliye tarihi o gün geldiğinde kira sözleşmesini sona erdirmez, sadece kiraya verene kira sözleşmesini sonlandırmak için icra yolu veya dava yoluna gitme hakkı tanır.
Av. Aliye Gökçe Göker
tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Tem 12, 2017 |
Yasa koyucu, meydana gelen bir kazada zararın önlenmesi veya azaltılması amacıyla, sigorta ettirenin yapacağı makul ve zorunlu masrafların sigortacı tarafından karşılanması amacıyla karayolları zorunlu mali sorumluluk sigortasını trafiğe çıkan her araç için zorunlu hale getirmiştir. Bu düzenleme sonucu sigorta yaptırmamış araçların trafiğe çıkması yasaklanmıştır.
Karayolları zorunlu mali sorumluluk sigortası; kaza sırasında sadece sigorta ettirenin korunması değil, sigorta ettiren nedeniyle zarar uğramış 3. kişilerin zararlarının da giderilmesi amacıyla oluşturulmuş bir sigorta türüdür. Yani zorunlu mali sorumluluk sigortası işletenin ve kusurundan sorumlu olduğu sürücünün üçüncü kişilere karşı sorumluluğunu üstlenmekte olan bir sigorta türüdür. Zorunlu mali sorumluluk sigortalarında sorumluluk kapsamı için bir üst limit belirlenir ve bu limiti aşan bir hasar gideri durumunda sigorta şirketleri belirlenen limit sınırına kadar sorumlu olurlar.
Zorunlu mali sorumluluk sigortasından yararlanmak için bir takım şartların gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bunlar ;
- Araç sahibinin uğradığı bir hasar karşılanmamaktadır.
- Sigortanın geçerli olabilmesi için motorlu bir taşıt hasara sebebiyet vermelidir.
- Sigortanın geçerli olabilmesi için hasarın karayollarında meydana gelmesi gerekir.
- Karayolları mali sorumluluk sigortası Türkiye sınırları içinde bir hasar meydana gelmesi halinde geçerlidir.
- Motorlu taşıtın işletme halinde olması gerekir.
Karayolları zorunlu mali sorumluluk sigortası ile ilgili davalar daha çok kaza sırasında zarar gören kişiler tarafından açılmaktadır. Yasa koyucu aynı zamanda kaza sırasında zarar gören ve zorunlu mali sorumluluk sigortasının tarafı olmayan 3. kişilerin zararlarını tazmin edebilmeleri için de çeşitli düzenlemeler yapmıştır. 6102 sayılı TTK(Türk Ticaret Kanunu)’nın kabulünden önce, trafik kazalarında zarar gören 3. kişilerin zorunlu trafik sigortasından yararlanıp yararlanamayacakları hakkında çeşitli görüş ayrılıkları vardı. Ancak Yargıtay yerleşik içtihatları ile kaza sırasında zarar gören 3. kişilerin doğrudan sigortacıya dava açma hakkı olduğuna dair hükümler emretmiştir. 6102 sayılı TTK’nun kabulü ile bu hak ilgili kanunun 1478. maddesinde güvence altına alınmıştır.
TTK madde 1478 derki “Zarar gören, uğradığı zararın sigorta bedeline kadar olan kısmının tazminini, sigorta sözleşmesi için geçerli zamanaşımı süresi içinde kalmak şartıyla, doğrudan sigortacıdan isteyebilir.” Bu düzenleme ile sigortalının kazası sonucu zarar gören 3. kişiler hem sigortalıya karşı hemde doğrudan sigortacıya karşı dava açabilme hakkına sahiptirler.
Bu hak aynı zamanda KTK( Karayolları Trafik Kanunu) 97. maddesinde kabul edilmiştir. KTK 97. madde 2016 yılında yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemeden önce zarar görenler zorunlu mali trafik sigortası sınırları içinde sigortacıya başvurmadan direkt dava açma hakkına sahiptiler. Ancan 26.04.2016 tarihi itibariyle 97. madde yeniden düzenlenerek yürürlüğe girmiş ve bu nedenle zarar gören kişiler için sigortacıya dava açamadan önce mutlaka sigortacının bağlı olduğu sigorta kuruluşuna yazılı olarak başvuruda bulunma zorunluluğu getirilmiştir. Sigorta kuruluşuna başvuruda bulunan kişiye, sigorta kuruluşu tarafından başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde yazılı cevap gönderilmez ise yahut sigorta şirketi tarafından verilen cevabın zarar görenin talebini karşılamadığına dair uyuşmazlık çıkarsa zarar gören; sigortacıya karşı dava açabilir. KTK’daki yeni düzenleme ile zarar görenin sigorta kuruluşuna başvuru yapmadan dava açması engellenmiştir. Aynı zamanda, zarar gören 3. Kişinin sigorta şirketine başvuru yapmış olsa dahi sigorta kuruluşunun 15 gün süreli cevabını beklemeden dava açması bu düzenleme sayesinde imkansızlaşmıştır.
Trafik kazaların da zarar gören 3. Kişilerin zararlarının tazmini için sigorta şirketlerine açacakları davalarda görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemeleridir. Bu tür davalarda yetkili mahkeme ise sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentanın bulunduğu yer mahkemesinde dava açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.
Zarar gören 3. kişiler hem sigortalıya hemde sigortacıya birlikte dava açabilirler böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde sigortalı ve sigortacı, zarar gören 3. kişiye karşı müteselsilen sorumlu olurlar. Zarar gören 3. kişi sigortalıya karşı dava açmış, bu dava sonucunda tazminata hak kazanmış olsa dahi; tazminat bedelini sigortalıdan tahsil etmediği sürece sigortacıya karşı dava açma hakkını kaybetmez. Ancak zarar gören 3. Kişiler sigortalıya karşı davadan feragat ederse sigortacıya karşı da feragat etmiş olur.
Av. Aliye Gökçe GÖKER
tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Haz 21, 2017 |
İş kazası; işçinin işyerinde veya işverenin emri ile işyeri dışındaki bir işi yerine getiriyorken meydana gelen ve işçiye zarar veren hadisedir. İş kazası terimi sadece işçinin fiziksel zarar gördüğü yerlerde değil kaza sonucu ruhsal zarar gördüğü yerlerde de kullanılmaktadır. Bir hadisenin iş kazası sayılabilmesi için işçinin hemen kaza anından zarara uğraması şart değildir; işçideki sonradan ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal hasarlar kontrol edilip doktor tarafından iş kazası nedeniyle bu zarara uğradığı rapor olarak düzelenir ise bu durum da iş kazası olarak kabul edilir.
İşçi, işyerinde henüz sigortalanmadan çalışıyor olsa bile bir iş kazası geçirmesi durumunda, sigortalı bir işçiye tanınan tüm haklara sahiptir. Örneğin işçi geçirdiği kaza sonucu meslekten kazanma günün %10’undan fazlasını kaybetmişse, sigortalı olup olmadığına bakılmadan kendisine sürekli iş görmezlik ödeneği bağlanır. Sigortasız çalıştırılan işçinin iş kazası geçirmesi sonucu işverene işçinin sigorta bildirimini yapmadığından dolayı SGK tarafından hem idari para cezası hemde kazanın meydana gelmesinde işverenin kusuru olup olmadığına bakılmadan SGK tarafından yapılacak tüm masraflar işverene rücu edilir.
İş kazalarında zamanaşımı süresi 10 yıldır. Zamanaşımı süresinin başlangıcı iş kazasının meydana geldiği tarihtir.Ancak kaza sonrasında işçinin kaza nedeniyle uğradığı zararda; gelişen bir durum veya müstakbel(gerçekleşecek-gelişecek) bir zarar mevcut ise zamanaşımı bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesi ile başlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurul’unun E. 2014/21-2372,K. 2017/379, 1.3.2017 tarihli kararı ).
İşçinin iş kazası geçirmesi durumunda işveren ,en geç 2 iş günü içinde bölgedeki zabıtaya haber vermelidir. Eğer işveren bu zorunluluğu yerine getirmiyorsa işçiler de bu bildirimi yapabilir. Daha sonrasında olay işveren tarafından SGK’ya bir dilekçe ile bildirilmelidir. Aksi halde işçi SGK’ya ihbarda bulunabilir.
Olay SGK’ya haber verildikten sonra SGK olayın yaşandığı yere en kısa zamanda müfettişlerini gönderir ve olayın iş kazası olup olmadığı bu müfettişlerin hazırladıkları rapor sonucu belirlenir. Rapor sonucunda olay iş kazası kabul edilirse; işçinin tedavi süresi boyunca işçiye geçici iş göremezlik ödeneği ödenir, maluliyet durumu varsa bu tespit edilir ve maluliyet durumu %10’dan fazla ise işçiye maluliyet aylığı bağlanır.
Düzenlenen rapor sonucu olayın iş kazası çıkması durumunda Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne başvuruda bulunulmalıdır. Çünkü müdürlük olay yerine kendi müfettişlerini göndererek iş kazasını ve kusur oranlarını tespit eder. Bölge Çalışma Müdürlüğü’nün müfettişleri olay yerindeyken kazazede işçi orda bulunabiliyorsa mutlaka bulunmalıdır. Aksi halde kazayı gören işçiler gördüklerini müfettişlere anlatmalı ve mutlaka kendilerini tanık olarak yazdırmalıdırlar.
Kaza sonrasından tedavi gören işçinin ne kadar istirahat ediceğine hastane karar verir. Hastane tarafından verilen istirahat süresi boyunca içinin işten çıkarılması mümkün değildir. İstirahat süresi 6 haftayı geçiyor ise işyeri kazazede işçiyi ancak tazminatlarını vererek işten çıkartabilir.
Kaza sonrasında sosyal güvenlik kurumu her ne kadar kazazede işçinin haklarını koruma ve güvence altına almış olsa da; işçinin karşılanmayan gerçek zararı ile manevi zararının tazmini için iş mahkemelerine başvurarak maddi-manevi tazminat davası açması en uygun yoldur.
Av. Aliye Gökçe GÖKER
tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Haz 7, 2017 |
Ülkemizde kiraya veren-kiracı ilişkileri hakkındaki düzenlemeler çerçevesinde kanun karşısında üstünlük çoğu zaman kiracıdadır. Bununla birlikte; yasal düzenlemeler ile kiracıya da bazı yükümlülükler getirilmiş olup; bunlardan biride alt kira müessesine ilişkindir.
Kiracının ,alt kira konusunda, kiraya verene zarar verecek bir değişikliğe yol açmaması kuralı; Türk Borçlar Kanunu 322. Maddesinde düzenlenmiş, kiraya verenin ve kiracının haklarını güvence altına almıştır.
Alt kira, kiracının kiralananın kullanım hakkını tamemen veya kısmen bir başkasına kiraya verebilmesi veya kullanım hakkını başkasına devretmesi olarak açıklanabilir. Kiracının alt kira ve kullanım hakkını devredebilmesi için aranan koşullardan biri ise bu değişikliklerin kiraya verene zarar verecek bir değişikliğe yol açmamasıdır. Konut ve işyeri kiralarında kiraya veren ile kiracı arasındaki sözleşmede kiraya verenin yazılı muvafakatı aranmıştır.
Türk Borçlar Kanunu madde 322: “Kiracı, kiraya verene zarar verecek bir değişikliğe yol açmamak koşuluyla, kiralananı tamamen veya kısmen başkasına kiraya verebileceği gibi, kullanım hakkını da başkasına devredebilir. Kiracı, konut ve çatılı işyeri kiralarında, kiraya verenin yazılı rızası olmadıkça, kiralananı başkasına kiralayamayacağı gibi, kullanım hakkını da devredemez. Alt kiracı, kiralananı kiracıya tanınandan başka biçimde kullandığı takdirde kiracı, kiraya verene karşı sorumlu olur. Bu durumda kiraya veren, kiracısına karşı sahip olduğu hakları alt kiracıya veya kullanım hakkını devralana karşı da kullanabilir.”
Kiraya veren ile kiracı arasında akdedilen kira sözleşmesinde, kiraya veren, alt kira için yazılı izin vermez ise konut ve çatılı işyerlerindeki kiracı kiralananı alt kiraya veremez.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E:2009/1765 K:2009/4764 T:25.05.2009 sayılı kararı ile bu husus açıklanmıştı.
“Sözleşmenin 7/a maddesinde “Kiracının, kiralanan yeri ve kira akdini başkasına devir veya ciro edemeyeceği ancak, kiralanan yer dahilindeki, sınırlı miktardaki alanlar, reyonlar, faaliyet gösterecek olan üçüncü şahıs veya şirketlere kiralamakta serbest olacaktır. Bu durumda kiracının kiralayana karşı bu sözleşmeden doğan yükümlülükleri aynen devam edecek ve bu şekilde sınırlı bir kısmını kullanma durumuna geçecek kişide iş bu sözleşme hükümlerini aynen kabul etmiş olacaktır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu koşul geçerli olup, tarafları bağlar. Davalı kiracı müşteri potansiyelini artırmak ve müşteriye mali yönden daha iyi bir hizmet sunabilmek amacıyla dava dışı bankaya kiralanana ATM cihazı kurulması için kiralananın bir bölümünü kiraya vermiştir. Davalı kiracı sözleşmenin 7/a maddesinde, kendisine tanınan yetki kapsamında ve kullanım amacına uygun bir şekilde altkiraya verdiğine göre sözleşmeye aykırılık olgusundan söz edilemez. Bu durumda akde aykırılık gerçekleşmediğinden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kiralananın tahliyesine karar verilmesi doğru değildir.Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.”
Kiracı, böyle bir muvafakat olmadan kiralananı alt kiraya verdiyse, kiraya veren durumu öğrenmesinden itibaren kira süresinin bitmesini beklemeden derhal kiracıya ihtar çekerek ve uygun süre tanıyarak akde aykırılığı gidermesini istemelidir. Bu süre Yargıtay yerleşik içtihatlarına göre en az otuz gündür. Bundan az bir süre tanınması bozma nedeni sayılmıştır. İhtara rağmen kiracı alt kira ilişkisini bitirmiyorsa kiraya veren akde aykırılıktan dolayı akdin feshi ve kiralananın tahliyesi için Sulh Hukuk Mahkemelerinde dava açabilir. Verilen süre içerisinde alt kira sözleşmesini feshederek kiralananı sözleşmeye uygun hale getirirse, bu nedenle kiracının tahliyesini isteme hakkı ortadan kalkar.
Kiraya veren tarafından alt kira için yazılı izin verildikten sonra kiracının alt kira sözleşmesi yapma hakkı doğar. Kiracı, bir alt kiracı ile kira sözleşmesi yapar ise bu sözleşme ile alt kiracıya verilen yetkiler asıl kira sözleşmesinde kiracıya verilen yetkiler ile sınırlıdır. Yani kiracı ile alt kiracı arasındaki sözleşme, kiraya veren ile kiracı arasındaki sözleşmeden farklı koşullar taşıyabilir ancak; bu kira sözleşmesi kiraya verene bir zarar vermeyecek koşulda olmalıdır. Bu konudan Yargıtay içtihatlarında da bahsedilmiştir:
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E:2011/3-749 K:2012/50 T:08.02.2012 “…Alt kirada 1. kiracı kiralayan sıfatını alır ve alt kira sözleşmesi ilk kiralayana zarar vermemek koşuluyla 1. kira sözleşmesinden farklı hükümler taşıyabilir…..”
Yani her ne kadar kiraya veren ile kiracı arasındaki kira sözleşmesi ve kiracı ile alt kiracı arasındaki kira sözleşmesi biribirinden bağımsızmış gibi dursa da; kiracıyla alt kiracı arasındaki sözleşme , kiraya veren ve kiracı arasındaki sözleşme hükümleriyle de bağlıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E:2011/3-749 K:2012/50 T:08.02.2012 “….alt kira sözleşmesi ilk kira sözleşmesi ayakta kaldığı sürece geçerlidir ve ilk kira sözleşmesinin feshi ile alt kira sözleşmesi de kendiliğinden fesholunmuş sayılır. Zira, alt kiracının kiralayana karşı ileri sürebileceği herhangi bir talep hakkı bulunmamaktadır. O halde kiranın sona ermesi ile kiralayanın alt kiracıyı da taşınmazdan ( kiralanandan ) çıkarma yetkisinin olduğunu kabul etmek gerekir ( Becker, sh. 287, 288 ve 290 ).”
Kiraya veren, kiracının taşınmazı alt kiraya vermesi husunda muvafakat ettiyse; her üç tarafın ayrı ayrı hak ve yükümlülükleri ortaya çıkmaktadır. Bunlar:
- Kiraya verenin hakları ve borçları:
- Kiraya veren, tıpkı kiracıya olduğu gibi, alt kiracıya karşı da kiralananın uygun kullanılmasını talep etme hakkına sahiptir.
- Kiraya veren, kiracısına karşı sahip olduğu hakları alt kiracıya karşı da kullanabilir.
- Kiraya veren alt kiraya izin verdikten sonra kiralananın kullanılmasına katlanma yükümlülüğü altındadır.
- Kiracının hakları ve borçları:
- Kira bedeli isteme hakkı: Kiracının alt kiracıdan aralarındaki sözleşmeye dayanarak bedel talep edebilme hakkı vardır. Aynı zamanda kiraya veren ile kiracı arasında yapılan kira sözleşmesinde kira bedelinin belli oranda artırılıcağına ilişkin hüküm varsa bu oranı kiracı alt kiracıya karşı uygulama imkanına sahiptir.
- Alt kiracıya hapis hakkı: Kiracı ,alt kiracının kira bedeli olarak ödemesi gerektiği bedeli ödemez ise temerrüde düştüğü kira bedeline karşılık alt kiracının kiralanana getirdiği eşyalar üzerinde hapis hakkını kullanabilir. Hapis hakkı kanunla düzenlenmiş bir rehin hakkıdır. Bu sayede kiracı alt kiracının ödemesi gerektiği kira bedelini güvence altına almış olur. Temerrüde düşülen kira bedeli alt kiracı tarafından kiracıya ödendikten sonra kiracının hapis hakkı ortadan kalkar.
- Kiralanın kullanımına izin verme: Kiracı alt kiracı ile arasındaki sözleşme devam ettiği sürece kiracı kiralananı kullanıma uygun tutma yükümlülüğü altındadır.
- Alt kiracının hakları ve borçları:
- Kiralanını kullanma hakkı: Kiracı ile alt kiracı kira sözleşmesi imzalandıktan sonra kiralananı kullanma hakkına sahip olur. Bu hakkını sadece kiracıdan talep edebilir, yani kiraya verene böyle bir talep ile gidemez. Alt kiracının kiralananı kullanma hakkı ve süresi kiracının hakkı ile sınırlıdır.
- Tazminat isteme hakkı: Alt kiracı sözleşme yapılmış olmasına rağmen kiralanandan yararlanamıyorsa, kiracıdan tazminat isteme hakkına sahiptir.
- Alt kiracı, kiracı ile aralarındaki sözleşmeye uygun davranmakla yükümlüdür. Aynı zamanda alt kiracı kira bedelini kararlaştırılan sürede ödemelidir.
Görüldüğü üzere alt kiracı kiraya veren ile direkt bir sözleşme yapmamasına rağmen kiraya veren ve kiracı arasındaki sözleşmenin sonuçlarından etkilenmektedir.
Av. A.Gökçe Göker
tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Mar 31, 2017 |
4857 sayılı İş Kanunu çerçevesinde fazla çalışma diğer adıyla fazla mesai haftalık 45 saati geçen çalışmadır. Bu konu İş Kanunu 41. madde de düzenlenmiştir.
İşçilerin fazla çalışma ücreti hesaplanırken günlük değil haftalık süre baz alınır. Fazla mesai alacağı olan işçi ücret alacağının muaccel olması ve fazla mesai alacağının ödememesi halinde ücreti talep edebilir. Bazı işyerlerinde fazla çalışma ücretinin karşılığı olarak serbest zaman uygulaması veya denkleştirme yapılabilir bu durum kanuna uygundur. Ancak işyerinde böyle bir uygulama yoksa işçiye fazla çalışma ücretinin ödemesi zorunludur.
İşçinin haftalık 45 saatten fazla çalışması ve ücret ödenme tarihlerinde hak ettiği bu fazla çalışma ücretinin ödenmemesi durumunda işçi; İş Kanunu madde 24 kapsamında iş sözleşmesinin haklı nedenle derhal fesih hakkını kullanabilir. Çünkü İş Kanunu madde 24 ücret alacağını geniş kapsamlı tutmuştur ve fazla mesai ücretinin ödenmemesini de haklı nedenle derhal fesih hallerinden saymıştır.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2007/511, K:2007/8588, T:27/03/2007 sayılı kararında: “….Fesih yazısında, ikramiye ve ücretlerin ödenmemesinden söz edilmiş, bu durum ve işverenin diğer hukuka aykırı uygulamaları sebebiyle iş sözleşmesinin anılan yasanın 24/11. Maddesine göre feshedildiği açıklanmıştır. Bu davada fazla çalışına ücreti isteğinde de bulunulmuş ve mahkemece isteğin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Fazla çalışma ücreti, geniş anlamda ücret içinde değerlendirilmelidir. Böyle olunca fazla çalışına ücretinin ödenmemesi de 4857 sayılı İş Kanununun 24/11 e bendi uyarınca isçiye haklı fesih imkanı vermektedir. Davacının anılan fesih yazısındaki açıklamaları fazla çalışmayı da içermektedir. Buna göre davacının iş sözleşmesini haklı olarak feshettiği sonucuna varılmalıdır. Kıdem tazminatı isteğinin kabulü gerekirken mahkemece anılan talebin yazılı şekilde reddi hatalı olmuştur……”
Ancak uygulamada ki yaygın görüşlere göre işçi haklı nedenle derhal fesih yapmadan önce işyerine fazla çalışma ücretinin ödenmediğine ve en kısa sürede kendisine ödenmesini istediğine dair bir ihtar çekerek ileride gerçekleşme ihtimali olan yargısal süreçte kendi savunmasında kullanabileceği somut bir delil elde etmiş olur. Çünkü mahkeme huzurunda fazla çalışma ücretini talep eden işçi bunu kanıtlamakla yükümlüdür.
Fazla çalışma ücretine hak kazanmış olan ve işyerine,zorunlu olmasada, ihtar çekerek bu talebini belirtmiş olan işçi; işyeri talebini yerine getirmediği takdirde, yazılı bir şekilde işi bırakma nedenini ve taleplerini işyerine ileterek iş akdini sonlandırabilir. Unutulmamalıdırki haklı nedenle derhal fesih yapan işçi kıdem tazminatına hak kazanır ancak ihbar tazminatından vazgeçmiş olur.
İşyerinden, talep etmesine rağmen, fazla çalışma ücretini alamayan işçi hiç vakit kaybetmeden İş Mahkemelerinde talebi doğrultusunda dava açmalıdır. Çünkü işçi alacaklarında kıdem ve ihbar tazminatı hariç 5 yıllık zaman aşımı mevcuttur. Bu süre geçtikten sonra işçi malesef haketmiş olduğu alacağı mahkemeden talep edebilme imkanını kaybeder.İşten ayrılan bir işçi dava açtığı tarihten itibaren geriye dönük olarak en çok 5 yıllık fazla çalışma ücreti alabilir.
Fazla Çalışma Ücretinin Hesaplanması:
Fazla çalışmanın en önemli kısmı, ücretinin zamlı hesaplanmasıdır. İşçinin normal bir saatlik çalışması ücretinden en az yüzde elli zamlı ödenmesi gereken bu ücret; daha zamlı da ödenebilir ama daha az ödenemez. Hesaplama için yapılması gereken ise; işçinin aylık ücreti 225’e bölünür çıkan sonuç 1.5 ile çarpılır, bu sayede orata çıkan rakam işçinin 1 saatlik fazla çalışma ücreti için ödenmesi gereken bedeli gösterir.
Fazla Çalışma Ücretinin Üst Sınırı:
İş Kanunu madde 41’de kanun koyucu fazla çalışma süresine bir üst sınır getirmiştir, bu belirlenen üst sınır bir yıl için en fazla 270 saat çalışma yapılabileceğine dairdir. Uygulamada böyle bir sınırlamadann çıkarılan anlam; işçinin yıllık 270 saatten fazla çalışması durumunda sadece 270 saatlik fazla çalışma bedelini alabileceği değil, işçiyi korumak amacıyla işverene bir sınırlama getirildiği üzerinedir. İşçi yıllık 270 saatten fazla çalışmış ise işveren işçiye fazla çalışılan her saat için kanunda öngörülmüş ödemeyi yapmalıdır.
Yargıtay 9. H.D. E.2004/9638, K.2004/25610, T.10.11.2004 sayılı kararın uyarınca “1475 sayılı yasanın 35. maddesindeki sınırlamalar daha fazla çalışma yaptırılmaması ile ilgilidir. Bu yasağa rağmen işçi 90 günden fazla mesai yapmış ise bu fazla çalışmaların ücretini isteyebilir. Bu nedenle davacının bu sınırlamayı nazara almadan fiilen yaptığı fazla mesai çalışma süresi ve alacakları belirlenmeli ve sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.”
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı üzere kanun koyucu tarafından işçinin fazla çalışması durumundan kazandığı haklar güvence altına alınmıştır. Fazla çalışma ücretine hak kazanmış ancak bu kazanılan bedeli işverenden alamamış olan işçi yukarıdaki anlatılanlardan yola çıkarak yargısal süreç başlatabilir.
Av. A. Gökçe GÖKER