+90 0312 418 28 20 info@guchukuk.com

BANKALARCA TALEP EDİLEN KREDİ KARTI ÜYELİK AİDATI

Kredi kartı tedarik eden bankaların müşterilerinden yıllık olarak veya 6 ayda bir ‘Kredi kartı üyelik aidatı’ adı altında bir kısım ödeme talep ettiklerini biliyoruz. Geçmiş dönemde yatırılan bu aidatların iadesi için Tüketici Hakem Heyetlerine oldukça başvuru yapılmıştı ve halen de yapılmakta. Peki bankaların bu uygulaması yasal mı?

Bankaların talep ettikleri aidatlara ilişkin bir açıklık getirilmesi 28/05/2014 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 31. Maddesi ile olmuştur. Söz konusu madde ile kart çıkartan kuruluşlar tarafından, tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil etmedikleri bir kredi kartı sunmaları zorunlu hale getirilmiş, böylece tüketiciye seçim hakkı tanınmıştır.

Bu demektir ki; Yasa’nın yürülüğe girmesinden sonraki sözleşmelerde kart üyelik aidatı belirtiliyorsa; bu bedelin talep edilmesi yasaldır. Oysa yürülük tarihi olan 28/05/2014’den önce yapılan kredi kartı sözleşmeleri için durum biraz daha karışıktır. Bazı kararlarda alınan bu ücretin yasal olduğu, bazılarında ise haksız şart olarak değerlendirilmiştir.

BKKKK 24. Maddesinde ise; kart hamilinden sözleşmede yer almayan ücret talep edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmektedir. Bu madde uyarınca sözleşmede yer almayan faiz, komisyon, masraf gibi taleplerde bulunulması mümkün  görülmemektedir. Zira yıllık kart ücreti sözleşmenin zorunlu unsuru kabul edilmemektedir.

Oysa; uygulamada bu husus farklı yorumlamalara maruz kalmış ve pek çok farklı karar ortaya çıkmıştır. Bir kısım kararda ödemenin yasal olmadığı, bir kısım kararda ise sözleşmede belirtilmese dahi aidat talep edilebileceği kabul edilmiştir. Şu anda genel kabul gören görüşün; aksi taraflarca kararlaştırılmadığı sürece ve aidat miktarının makul olması koşuluyla bankalarca aidat talebinde bulunabileceği olduğu söylenebilir.

Bankaya aidat ödememek için; kredi kartı başvurusu esnasında aidat ödenmek istenmediğinin belirtilmesi, sözleşmenin incelenerek böyle bir ibare bulunup bulunmadığına dikkat edilmesi ve ibare yoksa dahi sözleşmeye “Kredi kartı üyelik aidatı ödemesini kabul etmiyorum” şeklinde bir ibare düşülmesi tüketicinin yararına olabilecektir.

Konunun açıklığa kavuşması açısından aşağıda bir kısım Yargıtay kararı sunulmaktadır.

  • Yargıtay’ın bir kararında;

                  “…bankanın kredi kartı üyelik aidatını makul olmak kaydıyla istemesinde yasaklayıcı bir hüküm olmadığı gibi…” (T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2012/23542 K. 2013/3272 T. 13.2.2013)

Denmekle kredi kartı üyelik aidatının makul olması koşuluyla geçerli olduğunu kabul etmiştir. Makul olmaktan kasıt nedir tam belirlenmemiş olmakla birlikte; somut duruma göre belirlenir.

  •  Yargıtay’ın bir başka kararında ise aidatın taraflarca müzakere edilmemiş olmasının haksız şart kabul edileceği ve iadesi gerektiği belirtilmiştir.

                    “…Mahkemece kredi kartı aidatına dair sözleşme hükmünün 12 punto koyu siyah harflerle düzenlenmediği, tüketiciyi kart kullanım ücreti adı altında bir külfete sokan sözleşme hükmünün tüketici ile ayrıca müzakere edilerek kararlaştırıldığının iddia ve ispat edilmediği, sözleşmedeki kredi kartı üyelik ücreti alınacağına dair hükmün haksız şart olduğu, gerekçesi ile kart aidatı kesintisi olarak 665,00 TL nin iadesine…” (T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2015/13054 K. 2016/3659 T. 2.3.2016)

  •   Aşağıda sunulan Yargıtay Kararlarında ise; banka tarafından yapılan kesintilerin ödenmemesi durumunda faiz işletilebileceği, ayrıca; banka ve müşterisinin arasında imzalanan sözleşmede kredi kartı üyelik aidatı ödenmesi kararlaştırıldığından bu alacağın hukuki olduğu ve cezai şart niteliğinde bulunmadığı, bankaların hizmetlerinin karşılığı olarak ücret talep edebilecekleri belirtilmiştir;

                     “… davacının ekstreye yansıyan kesintilere itirazda bulunmadığı ödemelerdeki gecikme sebebiyle banka tarafından uygulanan faizin hukuka uygun olduğunun anlaşıldığı, öte yandan kredi kartı üyelik aidatı alınacağı taraflar arasındaki sözleşmede kararlaştırıldığı ve bu düzenlemenin haksız şart niteliğinde olmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

…. usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA…” (T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2016/1964 K. 2017/1993 T. 13.3.2017)

                    “…Bankalar bunun aksine kar amacıyla kurulan müesseselerdir. Bu yüzden gördükleri hizmetin karşılığını da isteyebilirler. Ayrıca çok sayıda banka bulunduğuna göre de davalı kendi yükümlülüklerini yerine getirmek kaydıyla dilediği bankadan kredi kartı kullanma imkanına da sahiptir. Bu durumda davalı ile davacı banka arasındaki sözleşmenin iltihaki bir sözleşme olmadığının kabulü gerekir. Bankalar gördükleri hizmetin uygun bir karşılığını istemek hakkına sahiptir. Kredi Kartı hizmetinin banka için riski bulunduğu gibi bir maliyeti de bulunmaktadır. Bankanın bu maliyeti kredi kartı kullanıcılarına yansıtması doğaldır…” (T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2012/7979 K. 2012/9930 T. 11.4.2012)

  • Aşağıdaki kararda; sözleşmede belirtilmese dahi bankaların kart aidatı talep etme hakları olduğundan bahsedilmektedir.

“…Öte yandan sözleşmede üyelik ücreti alınacağının kararlaştırıldığı da sabittir. Davacı, davalıya ait kredi kartını kullanması nedeniyle, davalı banka taraından bildirilen ücreti, sözleşmede hüküm olsun yada olmasın ödemekle yükümlüdür. Bir başka deyişle, davalı banka üyelik ücreti ödenmeden kart verme yükümlülüğünde olmayıp, sözleşmedeki buna dair kararlarında haksız şart niteliğinde bulunmamaktadır…”  (T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2010/13722 K. 2011/5258 T. 5.4.2011)

İHTİYATİ HACİZ – ŞARTLARI – USUL VE İHTİYATİ TEDBİRDEN FARKLARI

iHTİYATi HACiZ NEDiR?

İhtiyati haciz, alacaklının para alacağının zamanında ödenmesinin güvence altına alınması için borçlunun mallarına geçici olarak mahkeme kararı ile el konulmasını sağlayan geçici bir hukuki korumadır. İhtiyati haciz talebi ayrı ve tek bir dava ile istenebileceği gibi, alacağa ilişkin açılan davada da talep edilebilir. Bazı durumlarda alacağın icra yoluyla tahsili talep edilmeden önce dahi ihtiyati haczi talep edilebilir.

 

 İHTİYATİ HACİZ HANGİ ŞARTLARDA TALEP EDİLEBİLİR?

  1. Alacağın rehin ile teminat altına alınmamış olması gerekir.

İcra İflas Kanunu 45. Maddesi ile rehin ile teminat altına alınmış alacaklar için öncelikle rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapılması gerektiği kuralı getrilmiştir. Maddenin devamında bu kuralın istisnaları belirtilmiş ve direk haciz talep edilebilecek haller sıralanmıştır. Bu maddedeki istisnalar ihtiyati haciz bakımından da geçerlidir. Aşağıda belirtilen hallerde alacak rehin ile teminat altına alınmış olsa dahi ihtiyati haciz kararı alınabilmektedir.

  • Rehinin tutarı borcu ödemeye yetmezse, alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yoluyla takip edebilir ve ihtiyati haciz talep edebilir.
  • Konut finansmanından kaynaklanan rehinle temin edilmiş alacaklar ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının rehinle temin edilmiş alacaklarının takibinde, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılabilir veya haciz/ihtiyati haciz yoluna başvurulabilir.
  • İpotekle temin edilmiş faiz ve senelik taksit alacaklarında, alacaklı isterse rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılabilir veya haciz/ihtiyati haciz yoluna başvurulabilir.
  • Kambiyo senedine dayalı alacak için ipotek verilmiş olsa dahi ihtiyati haciz kararı verilebilir. (m.167)
  • Müşterek borçlu müteselsil kefiller yönünden kefil oldukları miktar için ayrıca kefaletin rehinle teminatı söz konusu değilse; (rehnin kefille bir ilgisi yoksa) bu kişiler hakkında ihtiyati haciz kararı verilmesi mümkün görülmektedir.

 

2. İhtiyati haciz; kural olarak vadesi gelmiş alacaklar için talep edilebilir.

 Alacağın vadesinin gelmiş olması yeterlidir. Borçlunun temerrüde düşürülmesi şartı aranmaz.

 3. Vadesi gelmemiş alacaklar için ancak aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz talep edilebilir.

  •  Borçlunun belli yerleşim yeri (kendisine ulaşılabilecek bir adresi) yoksa,
  • Borçlunun taahhütlerinden kurtulmak amacıyla mallarını gizlemeye, kaçırmaya veya kendisi kaçmaya hazırlanır veya kaçar, bu amaçla alacaklının haklarını ihlal eden hileli işlemlerde bulunursa.

Bu hallerin varlığını ispat yükü alacaklıdadır.

Ancak bu hallerde; yani vadesi gelmemiş alacağa ihtiyati haczi konulduğunda, borç; yalnız borçlu hakkında vadesi dolmuş hale gelir. Kısaca bu hüküm sadece borçlu için uygulanır (Örneğin kefil hakkında uygulanmaz.) .

4. Gemilerin ihtiyaten haczettirilebilmesi için alacağın “deniz alacaklarından” olması gerekir. Deniz alacağı dışında gemilerin üzerine ihtiyati haciz konulamaz.

 

 İHTİYATİ HACİZ TALEBİNDE USUL

  • Yetki: İhtiyati haciz talebi; HMK yetki kurallarına göre belirlenecek mahkemede görülür. Bu yetki kesin yetki olmayıp; karşı tarafça itiraz edilmediği sürece hakim tarafından re’sen dikkate alınamaz. İhtiyati hacizin ayrı bir dava olarak değil alacak davası sırasında istenmesi durumunda; yetkili mahkeme asıl davaya bakan mahkemedir.

 

  • Görev: Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun göreve ilişkin kuralları kıyasen uygulanır. İhtiyati haciz davalarında genel olarak Asliye Hukuk Mahkemelerinin, ticari davalarda ise Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğu kabul edilmektedir.

“İhtiyati hacizde hangi mahkemenin görevli olduğu İİK’nun 258’inci maddesinde açıkça belirtilmemiştir. Bu maddede sadece genel olarak mahkemeden söz edildiğine göre, görev konusunda HMK’nun göreve ilişkin hükümleri (m.1-4) uygulanacaktır. Sulh hukuk mahkemesinin görevi, HMK’nun 4’üncü maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddede sulh hukuk mahkemesine basit yargılama usulüne tabi dava ve işleri görme görevi verilmemiştir. HMK’nun 2’nci maddesinin 2’nci fıkrasında, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Ticari davalarda ise özel kanun hükümleri uyarınca (TTK m.4,5) ticaret mahkemesi görevlidir.” T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2014/4670 K. 2014/7803 T. 22.4.2014)

  • İspat: İhtiyati haciz kararı verilmesi için yaklaşık ispat yeterli olup; alacağın vadesi gelmişse ve ilk bakışta alacaklının haklılığı anlaşılıyorsa (örneğin vadesi gelmiş ve ödenmemiş bir bononun varlığı) ihtiyati hacze karar verilebilir. Vadesi gelmeyen alacaklar hakkında özel durumların varlığını ispat yükü alacaklıdadır. Borçlunun gerçekten borcunun bulunup bulunmadığının incelenmesi, karara itiraz edilmesi halinde incelenen bir husustur.

 

  • Teminat:  İhtiyati hacizisteyen alacaklı, hacizde haksız çıktığı takdirde borçlunun ve 3. şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesuldür ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 87. maddesinde yazılı teminatı vermeye mecburdur.

Mahkeme alacaklıya temimatı yatırması için süre verir ve bu süre içerisinde teminat yatırılmazsa ihtiyati haciz kararı geçerlilik kazanmaz.

Ancak; alacak bir ilama dayalı ise teminat aranmaz.

Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya dayanıyorsa mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.

Haksız ihtiyati hacizden doğan tazminat davası ihtiyati haczi koyan mahkemede dahi görülür.

 

  • Mahkeme iki tarafı dinleyip dinlememekte serbesttir. Dosya üzerinden de karar verilebilir.

 

  •  İhtiyati haciz zamanaşımını kesmez. “Takipten önce tapuya ihtiyati haciz şerhi konulması bir icra işlemi değildir. Bu sebeple zamanaşımını kesmez.” (T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

 

  •  İflas ertelemesi sırasında: Mahkemeden ihtiyati haciz yapılamayacağı yönünde bir tedbir kararı alınmadıkça, alacaklı; ihtiyati haciz talebinde bulunabilir. İflas ertelemesi kararı verilmesi de ihtiyati haciz kararı alınmasına engel değildir. Ancak bu halde haczedilenler muhafaza altına alınamaz ve ihtiyati haczin kesin hacze dönüştürülmesi için aranan süreler iflas ertelemesi kararı sonuna kadar işlemez.

 

iHTİYATi HACZiN YERiNE GETiRiLMESi          

İhtiyati hacizde borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulduğundan, ihtiyati haciz kesin ( icrai ) hacze çevrilip, takip kesinleşmeden, alacaklı, ihtiyaten haczedilen malların satılmasını ve bedelinin kendisine ödenmesini isteyemez.

Alacaklı, ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın uygulanmasını, yani hacizlerin konulmasını istemek zorundadır. Bu süre içerisinde talepte bulunulmazsa; ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar.

Bununla birlikte; ihtiyati haczin kesin hacze dönüştürülmesini sağlamak amacıyla alacaklıya belli bir süre verilmiştir. Yasal düzenlemeye göre; ihtiyati haciz, dava (alacak vs.) açılmadan veya icra takibine başlanmadan önce konulmuşsa; alacaklı, İhtiyati haczin uygulanmasından (alacaklının yokluğunda yapılan hacizlerde haciz tutanağının kendisine tebliğinden) 7 gün içerisinde,

  • İlamsız takip açılacaksa icra veya iflas takibi talebinde bulunmak zorunda veya
  • Dava açılıp sonuca göre ilamlı icraya başvurulacaksa, davayı açmak durumundadır.
  • Bu süre gemilerin ihtiyaten haczinde 1 aydır.

İhtiyati haczin takibe konu edilmesinde dava süreleri farklıdır. Şayet borçlu ödeme emrine itiraz ederse; Alacaklı, itirazın kendisine tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyebilir veya dava açabilir. İcra Mahkemesi itirazın kaldırılması talebini reddederse; alacaklının dava açma süresi tefhim veya tebliğden itibaren 7 gündür.

Ayrıca; dava esnasında ihtiyati haciz kararı verildiyse veya karardan sonra süresinde asıl (alacak) dava açıldıysa; esas hakkında verilecek hüküm, tebliğden itibaren 1 ay içerisinde takibe konu edilmelidir. 10 yıllık karar zamanaşımı süresi burada 1 aya düşürülmüştür.

Yukarıda belirilen süreler geçirilirse; ihtiyati haciz hükümsüz kalır.

 

İHTİYATİ HACZİN KESİNLEŞMESİ

 Borçlu, kendisine gönderilen ödeme emrine yasal süresi içerisinde itiraz etmez, haczi kabul eder, veya mahkeme itirazı kesin olarak kaldırırsa yahut iptal ederse; ihtiyati haciz kendiliğinden kesinleşir ve normal hacze dönüşür.

 

iHTiYATi HACiZ KARARINA iTiRAZ

İhtiyati hacze itiraz edilebilmesinin ön şartı, kararın borçlu dinlenmeden verilmiş olmasıdır. Duruşma açılarak dinlenen borçlunun itiraz hakkı bulunmamaktadır.

Borçlu; ihtiyati haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı, huzurunda yapılan hacizlerde haciz tarihinden; aksi durumda haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içerisinde mahkemeye başvurarak itiraz edebilir. Yukarıda sayılan itiraz sebepleri sınırlı olup; örneğin bononun sahteliği iddiası ile ihtiyati haciz kararına itiraz edilemez.

Kendi menfaatinin ihtiyati haciz nedeniyle zedelendiği iddiasında olan 3. Kişiler de yetki itirazı dışındaki sebeplerle öğrenmelerinden 7 gün içerisinde mahkemeye itirazda bulunabilirler.

Mahkeme itirazı duruşmalı olarak inceler ve karar verir. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Öncelikle incelenerek verilen istinaf mahkemesi kararı kesindir.

 

İHTİYATİ HACİZ İHTİYATİ TEDBİRDEN FARKLIDIR.

  •  “Amaç bakımından : ihtiyati tedbir, aynı uyuşmazlık konusu olan taşınır veya taşınmaz malların devrinin önlenmesi, dava sonuna kadar aynen muhafaza edilmesi veya bir tehlike yahut zararın önlenmesi amacıyla H.M.K. nun 389 vd. maddelerinde öngörülen durumlarda başvurulan bir yol olduğu halde, ihtiyati haciz, bir alacağın tahsilini temine sağlayan bir vasıtadır. İhtiyati hacizde, ihtiyaten haczedilen mal ve haklar, alacaklının açtığı veya yaptığı veya açmayı yahut yapmayı düşündüğü dava veya icra takibinin konusu değildir. Halbuki ihtiyati tedbirde, hakkında tedbir kararı alınan şey, esasen asıl davanın konusudur.”  (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

Yani İhtiyati tedbir; davaya yani uyuşmazlığa konu mal üzerine konulmakta, ihtiyati haciz ise; alacaklının para alacağının tahsilini temin etmek üzere borçlunun herhangi bir malı (hakkı veya alacağı) üzerine konulabilmektedir.

  • “Konuları bakımından:  ihtiyati haciz sadece taşınır ve taşınmaz mallarla alacak ve haklara dair olabildiği halde, ihtiyati tedbirin konusu daha geniştir. Gerçekten ihtiyati hacze konu teşkil eden şeyler dışında bir şeyin yapılması veya yapılmamasına dair fiil ve hareketler ile bir şeyin teslimi veya bir paranın ödenmesi veya ödenmemesi gibi yükümlülükler de ihtiyati tedbirin konusu teşkil ederler.” (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

 

  • Sonuçları bakımından:  ihtiyati haciz kararından sonra alacaklı borçlu hakkında mutlaka dava açmaya mecbur olmayıp icra takibinde de bulunabildiği halde ( İ.İ.K.madde 264 ) ihtiyati tedbir kararı alan kimse mutlaka süresi içinde dava açmak zorundadır. “ (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

İŞÇİNİN İŞVERENİ İBRASI – İBRANIN GEÇERLİLİĞİ

Türk Hukukunda ibra sözleşmesi; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Yasanın 132inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” denmektedir. Bu maddede ibra sözleşmesinin genel tanımı yapılmış, ancak işçi-işveren arası yapılacak ibralar açısından özel düzenleme getirilmiştir.

İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi Kanunu’nun 420 inci maddesinde öngörülmüştür. İşveren ile işçi arasında düzenlenen geçerli bir ibraname metninde kararlaştırılan ödeme eksiksiz yapılırsa; tarafların belirtilen alacak kalemleri yönünden ibra edilmesi, yani bu hususta başkaca talepte bulumayacaklarını kabul ettikleri anlamına gelir.

MADDE 420

“Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.

İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.

Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.

İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.”

 

İŞÇİ – İŞVEREN ARASINDA DÜZENLENEN İBRANAMENİN GEÇERLİLİK KOŞULLARI:

 1- İBRANAME YAZILI OLMALIDIR.

Yazılılık koşulu ile ilgili özel bir düzenleme yapılmamış olup; bilgisayar çıktısı, el yazısı veya noter aracılığı ile düzenlenmesi yeterli kabul edilmektedir.

İbraname içeriği ile imzaların arasında fazla boşluk bırakılmaması ve matbu evraklar kullanılarak boşlukların doldurulma suretiyle ibraname düzenlenmemesi ibranamenin geçerliliği ve sağlıklı olması açısından önemlidir.

 

2- İBRA KONUSU ALACAĞIN TÜRÜ VE MİKTARI AÇIKÇA GÖSTERİLMELİDİR.

 

  • İbranamede yer almayan alacaklar varlığını sürdürür.

 

  •     “ Dava, iş kazası nedeniyle ölen sigortalının yakınlarının uğradığı zararların tazmini istemine ilişkindir. Somut olayda davalı tarafça mahkemeye ibraz edilen noterde düzenlenen “ibraname-feragatname” başlıklı belge miktar içermemekte olup, söz konusu ibraname ile “meydana gelen kaza neticesinde vefat eden için tarafımıza destekten yoksun kalma tazminatı ve maddi tazminat mahiyetinde gerekli nakdi parasal yardım yapılmış olmakla, işveren tarafından maddi ve manevi tazminat mahiyetinde olmak üzere şahsımıza ödenen meblağ hususunda tam bir mutabakatla anlaşmaya varmış bulunmaktayız. Bu bağlamda, maddi ve manevi tazminat mahiyetinde tarafımıza ödenen meblağın haricinde işveren sıfatına haiz şahıs ile sahibi ve ortağı bulunduğu şirketten herhangi hak ve alacak talep etmeyeceğimizi beyan eder, iş bu husus ile ilgili olarak kendisini ve sahibi bulunduğu şirketi tüm serbest irademiz ile ibra ederiz” şeklindeki yapılan ödemeyi belli etmeyen sözleşmeyi işvereni borcundan kurtaran ibraname olarak nitelendirmek doğru değildir. Bu nedenle, miktar içermeyen “ibraname-feragatname” olarak adlandırılan belgeye dayalı olarak davacıların manevi tazminat isteminin reddi isabetsizdir. “ (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-2293 K. 2015/1735 T. 24.6.2015)

 

  •   “ Oysa ibranamede fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücret alacakları için herhangi bir miktar belirtilmemiştir. Bu itibarla mahkemece yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak davacının fazla çalışma ile ulusal bayram genel tatil ücret alacakları hesaplanmalı, varsa bu alacaklara dair ödemeler hesaplanan alacaklardan mahsup edilerek davacının fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil alacağı olup olmadığı tespit edilmelidir. Mahkemece yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup davacının bu yönlere dair temyiz itirazları yerinde olduğundan Dairemiz onama kararı kaldırılarak hüküm bozulmalıdır. (T.C. YARGITAY 7. HD E. 2016/34661 K. 2016/17866 T. 31.10.2016)

 

 

3-      İBRA SÖZLEŞMESİ, İŞ SÖZLEŞMESİNİN SONA ERMESİNDEN BAŞLAYARAK 1 AY GEÇTİKTEN SONRA YAPILABİLİR.

  •  Bahsi geçen 1 aylık sürenin amacının iş sözleşmesinin taraflarını korumak olduğu belirtilmektedir.

4857 Sayılı İş Kanununun 19. maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir.” (YARGITAY HGK E. 2015/9-459 K. 2017/220 T. 8.2.2017)

  • İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez.” (TC.YARGITAY HGK E. 2015/7-2567 K. 2017/543 T. 22.3.2017)

 

  • 1 aylık süre ibranamenin düzenlenmesi ile ilgili olup; ödemeye engel teşkil etmez. Ayrıca; belirtilen kısıtlamalar işverenin işçiye olan borçlarına ilişkin olup; işçinin işverene olan borçları konusunda ibranamede bu şartlar aranmayacaktır.

“Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.

6098 Sayılı Kanun’un ilgili maddesinde işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi de ödemeye dair ispat sorunlarını ortadan kaldırabilecektir. Sözü edilen kanuni düzenleme sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.” (T.C. YARGITAY HGK E. 2014/22-2418 K. 2017/319 T. 22.2.2017)

  • Bahsi geçen 1 aylık sürenin arabuluculuğa başvurmada da dikkate alınması gerektiği yönünde kararlar bulunmaktadır.

“Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinin ikinci fıkrasında “…ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.” düzenlemesine yer verilmiştir. 6098 sayılı TBK.’un bu düzenlemesi emredici niteliktedir. Bu düzenleme nedeni ile işveren ve işçi arasında, işçilik alacakları konusundaki uyuşmazlığa ilişkin arabuluculuk tutanağının düzenlendiği tarih ve ibra beyanının içeriği dikkate alındığında, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri bir zamanda uyuşmazlık konusu olmadan ve işçinin başvurusu bulunmadan ibra niteliğinde arabuluculuk tutanağı düzenlemişlerdir. Alınan bu ibra niteliğindeki tutanak, tarih ve içeriği itibari ile arabuluculuğa ve niteliği itibari ile de cebri icraya elverişli değildir.” (T.C. YARGITAY 9. HD E. 2016/25300 K. 2016/21744 T. 8.12.2016)

4-                  ÖDEMENİN HAK TUTARINA NAZARAN NOKSANSIZ VE BANKA ARACILIĞIYLA YAPILMASI GEREKMEKTEDİR.

  • İbraname diğer şartlar yönünden geçersiz olsa dahi; işçilik alacağına ilişkin banka aracılığı ile bir ödeme yapılmışsa, bu ödeme makbuz hükmündedir.

“..iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağından anılan ibraname bu hüküm nedeniyle geçersizdir. Sadece ödenen miktarlar bakımından makbuz niteliğindedir.Bu durum karşısında davacının varsa prim alacağının hesaplanıp hüküm altına alınması gerekir. Geçersiz ibranameye dayanılarak davanın reddine karar verilmesi hatalıdır.

Ancak; bu ödemenin makbuz hükmünde olması için dahi; ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.”( T.C. YARGITAY 9. HD E. 2014/18162 K. 2015/30972 T. 3.11.2015)

  • Banka dışı yapılan ödemeler her ne kadar ibranameyi geçersiz kılsa da; borç ifa nedeniyle kısmen veya tamamen sona erdirilebilir.

“6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur.” (T.C. YARGITAY 9. HD E. 2014/18162 K. 2015/30972 T. 3.11.2015)

 

 5- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN SAVUNMA, İŞYERİNDE MEVCUT KAYITLAR İLE İBRANAME ARASINDA ÇELİŞKİ BULUNMASI HALİNDE İBRANAME GEÇERSİZ KABUL EDİLEBİLİR.

  • “Eldeki davada, davacı işçi tarafından itirazsız olarak imzalanan 07.03.2012 tarihli ibranameye göre, davacının istifa etmek suretiyle işten ayrıldığı, ibranamede miktar belirtmeksizin genel tatil ücretlerinin tamamını aldığı belirtilmiş ise de davalı vekili tarafından sunulan cevap dilekçesinde davacının herhangi bir genel tatil çalışmasının olmadığı beyan edilmiştir.Dolayısıyla ibraname bu yönüyle savunma ile çeliştiğinden genel tatil ücreti alacağı yönünden anılan ibranameye değer verilemez. “ (TC. YARGITAY HGK E. 2015/7-2567 K. 2017/543 T. 22.3.2017)

 

  •  Bazı hallerde ibranamenin bir kısmı geçersiz kalırken diğer bir kısmı geçerliliğini sürdürebilir.

“İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir. Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir.” (T.C.YARGITAY 22. HD E. 2015/12671 K. 2016/17364 T. 13.6.2016)

 

6- İŞÇİNİN YASAL HAKLARINI SAKLI TUTTUĞUNA DAİR İHTİRAZİ KAYDA YER VERMEMİŞ OLMASI GEREKİR.

“Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir.” T.C. YARGITAY HGK  E. 2017/9-2096 K. 2017/895 T. 3.5.2017)

 

7- 6098 SAYILI KANUN’UN YÜRÜRLÜĞE GİRMEDİĞİ DÖNEM İÇİN İBRANAMENİN GEÇERLİLİĞİ SORUNU, YARGITAY’IN KONUYLA İLGİLİ İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMELİDİR.

Feshi izleyen bir aylık süre içinde ibraname düzenlenememesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılması zorunluluğu 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenecek ibra sözleşmeleri için geçerlidir.

 

8- İBRANAMEYE İLİŞKİN DÜZENLEME HİZMET SÖZLEŞMESİNDEN DOĞAN BÜTÜN HAKLAR YÖNÜNDEN UYGULANIR.

“Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.” T.C. YARGITAY HGK E. 2015/9-459 K. 2017/220 T. 8.2.2017)

KISMİ DAVA VE BELİRSİZ ALACAK DAVASI

Konusu para olan bir davanın, açılış anında alacak miktarının tam olarak tespit edilmesinin mümkün olmaması veya davayı açarken alacağın tamamının değil; bir kısmının talep edilmesi halleri mümkündür. Bu gibi durumlar Hukuk Muhakemeleri Kanununda “Kısmi Dava” ve “Belirsiz Alacak Davası” ile düzenlenmiştir.

 

BELİRSİZ ALACAK DAVASI NEDİR?

 

Belirsiz alacak davasını düzenleyen HMK 107. maddeye göre belirsiz alacak ve tespit davası;

MADDE 107– (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.

 

BELİRSİZ ALACAK DAVASININ ŞARTLARI

  1.  Alacağın Miktarının veya Değerinin Tam ve Kesin Olarak Belirlenememesi

Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak belirlemesi gerçekten mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır.

Hangi hallerin imkânsız olduğu veya davacıdan beklenemeyeceği kanunda belirtilmemiş, bu hususun içinin doldurulması öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır. Örneğin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi alacaklar belirlenebilir alacaklar olarak kabul edilmektedir.

  •  “Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları bakımından ise, davacı, çalışma süresini, kendisine en son ödenen aylık ücret miktarını, tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri, fesihten önce kendisine tanınması gereken ihbar süresini, hak kazandığı izin süresini, çalışma süresi boyunca varsa kullanmadığı veya karşılığı ödenmeyen izin sürelerini belirleyebilecek durumdadır. Bu halde, asıl davada talep edilen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları gerçekte belirlenebilir alacaklar olduğundan belirsiz alacak davasına konu edilemezler..”  (YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ E. 2016/2157 K. 2016/23186 T. 1.12.2016)

 

  2. Alacaklının Hukuki İlişkiyi ve Asgari Değeri Gösterme Zorunluluğu

Davacının kesin bir değer belirleyememesi nedeniyle geçici bir miktar veya değerin dilekçede gösterilmesidir.

Yargıtay’ın konu ile ilgili bir kararı şu şekildedir.:

  • Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve … kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00TL) gösterilmesi halinde,davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.” (T.C. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2016/12920 K. 2016/11766 T. 31.5.2016)

 

      3. Belirsiz alacak davası, sadece para alacakları için söz konusu olur.

Konusu para olmayan eda davaları için belirsiz alacak davası açılamaz.

 

BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA TALEBİN ARTTIRILMASI

Belirsiz alacak davası açılabilen durumlarda, miktar ya da değerin tespit edildiği anda, alacaklı iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabilir (HMK m. 107/2).

  • Kural olarak, bir davada başlangıçta belirtilen miktar veya değerin artırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tâbidir. Bunun amacı, davacının dava açarken hakkını kötüye kullanmaması, daha özenli davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Oysa baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Davacı, sınırlama ve yasağa tâbi olmadan, sadece talepte bulunmak suretiyle yeni miktar üzerinden yargılamaya devam edilmesini isteyebilecektir. Şüphesiz, alacağın belirli hâle gelmesini müteakip ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilmişse, bundan sonra yeni bir artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü, bu hâlde belirsizlik değil, davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.” (C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)

 

BELİRSİZ ALACAK DAVASI 3 ŞEKİLDE AÇILABİLİR.

  1.  Eda davası niteliğinde belirsiz alacak davası
  2. Tespit niteliğinde belirsiz alacak davası
  3. Kısmi eda külli tespit niteliğinde belirsiz alacak davası
  •  “Belirsiz alacak davası mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği HMK’nun 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.  

           Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da                     alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.Belirsiz alacak                 davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine                                       HMK’nun 107/2.    maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak                       davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak belirsiz                      alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın                  tahsili talep edilebilir.” (T.C. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2016/12920 K. 2016/11766 T. 31.5.2016)

 

KISMİ DAVA NEDİR?

 

 Hukuk Muhekemeleri Kanunu’nda kısmi dava şu şekilde düzenlenmiştir:

MADDE 109– (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.

Maddesinin 2. Fıkrası olan “(2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz.” Kuralı 2015 yılında yürülükten kaldırılmıştır.

 

KISMİ DAVANIN ŞARTLARI

Davacının aynı hukukî ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek açtığı davaya kısmî dava denir. Kısmî dava niteliği itibariyle bölünebilir talepler için söz konusudur. Bölünebilir taleplerde, bu talebin bir bölümü dava edilip diğer kısmı dava dışında bırakılmaktadır. (T.C.YARGITAY HGK E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)

  1. Talep konusu niteliği itibarıyla bölünebiliyor olmalıdır.

Böylece onun sadece bir kısmının dava yoluyla ileri sürülmesi mümkün olacaktır.

      2. Alacağın tamamı aynı ilişkinden doğmuş olmalıdır.

Alacağın tamamı aynı hukukî ilişkiden doğup, şimdilik sadece bir kesimi dava ediliyorsa kısmî davadan söz etmek gerekecektir.

Davacının aynı davalıdan farklı hukukî ilişkilere dayanarak birden fazla talebi varsa, bunlardan sadece birini veya birkaçını talep ederek açtığı dava kısmî dava değildir. Çünkü, davacı farklı ilişkilerden kaynaklanan alacaklarını tam olarak istemektedir.

3.Dava açılırken kısmi dava açıldığının belirtilmesi gerekmez, alacağın yalnız bir kesiminin dava edildiğinin anlaşılması yeterlidir.

Özellikle davacının “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak” veya “şimdilik alacağın belirli bir miktarını dava ettiğini” belirterek açtığı davalar kısmî dava niteliğindedir.

4. Dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması gerekmez.

Maddede, dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamasına ilişkin bir kayda yer verilmemiş olmasının, dava dışı tutulan kesim bakımından feragat edilmesi anlamına gelmeyeceği hususu açıkça hüküm altına alınmış, bu konudaki suskunluğun ileride ek dava açma imkânını ortadan kaldırmayacağına işaret edilmiştir.  (T.C. YARGITAY HGK E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)

 

BELİRSİZ ALACAK DAVASI VE KISMİ DAVA BİRBİRİNDEN FARKLIDIR.

 

Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile alacak miktarı belirsiz olduğu durumlarda davacıya dilerse belirsiz alacak davası, dilerse de kısmi dava açabilme imkânı getirilmiştir. Belirsiz alacak davası ile kısmi dava konusu, amacı ve sonuçları bakımından birbirinden tamamen farklı iki dava türüdür.

Normal şartlar halinde, belirsiz alacak davası olarak açılan bir davaya kısmi dava olarak devam edilmesi mümkün değildir. Ancak; dilekçe içeriğinden kısmi dava olarak açıldığı belirlenen davaya kısmi dava olarak devam edilebilir.

  • Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Davacı vekilinin, dava dilekçesinde belirsiz alacak davası açtığını belirtmesine karşın, sonuç kısmında ‘fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla’ dedikten sonra alacağın bir kısmının tahsiline karar verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Dava dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu haliyle davacı tarafından kısmi dava açıldığı anlaşılmaktadır. Belirsiz alacak davası olarak açılan davaya kısmi dava olarak devam edilmesi mümkün değil ise de somut olayda; davacının kısmi dava açtığı ve dava konusu miktar taraflar arasında tartışmalı olduğundan davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının bulunduğu anlaşıldığından, yerel mahkemece işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)

 

ZAMANAŞIMI YÖNÜNDEN FARKLAR

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tümü için zamanaşımı kesilirken; kısmi dava açılması halinde sadece talep edilen kısım için zamanaşımı kesilir. Kısmi davada ıslah edilen kısım için ise ıslah tarihinde zamanaşımı kesilmektedir.

  •  “Davacı vekili, dava dilekçesinde müvekkilinin teknesinde meydana gelen değer kaybı sebebiyle belirsiz alacak davası açtığını belirtmek suretiyle şimdilik 1.000 TL’nin davalılardan tahsilini talep etmiş olup, değer kaybının bilirkişi marifetiyle belirlenmesi sonrası davasını ıslah etmiştir. Bu durumda davanın, 6100 Sayılı HMK’nın 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu, davacının 06.03.2015 dilekçesinin ıslah dilekçesi olmayıp, müddeabihin arttırılması niteliği taşıdığı, dolayısıyla zamanaşımı süresinin 06.03.2015 dilekçe tarihi itibariyle değil, dava tarihi itibariyle değerlendirilmesi gerekmekte olup, aksi yönde gerekçe ile arttırılan kısma yönelik talebin zamanaşımı sebebiyle reddi doğru olmamış, hükmün temyiz eden davacı yararına bozulması gerekmiştir.” (YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 2016/3914 K. 2017/2490 T. 27.4.2017)
  • Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir.

      Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.”   (T.C. YARGITAY 9. HD. E. 2016/26983 K. 2017/703 T. 24.1.2017)

  • Kısmi dava açılması halinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi davaya konu yapılan miktarı için kesilir. “ (TC. YARGITAY 10. HD. E. 2015/16490 K. 2017/4925)
  • “Öğretide, kısmi davada dava edilmeyen alacak kesimi için, fazlaya dair hakkın saklı tutulmuş olmasının zamanaşımını kesmeyeceği kabul edilmektedir.” T.C. YARGITAY HGK E. 2017/13-582 K. 2017/942 T. 10.5.2017)

 

FAİZ BAŞLANGIÇ TARİHİ AÇISINDAN FARKLAR

Kısmi davada, dava dilekçesinde talep edilmeyen, ıslah edilerek talep edilen kısım için faiz başlangıç tarihi; kural olarak ıslah tarihidir.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında ise; alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıç tarihi temerrüt veya dava tarihidir. Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması durumunda ise; faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olarak kabul edilmektedir.

  • “Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir.

           Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği HMK’nun 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın             miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek             için, 107. maddenin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın                          bulunduğu ifade edilmiştir.

   Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın                 belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit             davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır.”  (T.C. YARGITAY             9. HD E. 2016/26983 K. 2017/703 T. 24.1.2017)

  • “Yargılama ile alacağın belirlenen kalan kısmı ıslahveya ek dava ile talep edildiğinde arttırılan miktarlar bakımından faiz başlangıcı -kural olarak- talep tarihidir.  

           Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır.             Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. 

           Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi             olmalıdır. “(T.C. YARGITAY 7. HD E. 2016/12920 K. 2016/11766 T. 31.5.2016)

VASİYETNAMENİN AÇILMASI

Miras bırakan tarafından vasiyetname düzenlenmiş ve bu şekilde belli malların belirli kişilere bırakılması gibi durumlar kararlaştırılmışsa; bu vasiyetname hükümlerinin yerine getirilmesi için vasiyetnamenin açılması gerekir. Vasiyetnamenin açılmasında izlenmesi gereken belli bir usul vardır ve bu durum Türk Medeni Kanun’un ilgili maddeleri ile düzenlenmiştir.

 

ÖNCELİKLE; VASİYETNAMENİN ELE GEÇİRİLDİĞİ ANDA AÇILMASI İÇİN YETKİLİ SULH HUKUK HAKİMİNE TESLİMİ GEREKMEKTEDİR.

“Mirasbırakanın ölümünden sonra ele geçen vasiyetnamesinin, geçerli olup olmadığına bakılmaksızın hemen sulh hakimine teslim edilmesi zorunludur.

Vasiyetnameyi düzenleyen veya muhafaza eden görevli ya da mirasbırakanın arzusu üzerine saklayan veya başka surette ele geçiren ya da ölenin eşyası arasında bulan kimse, ölümü öğrenir öğrenmez teslim görevini yerine getirmekle yükümlüdür; aksi takdirde bu yüzden doğacak zarardan sorumludur.

Sulh hakimi, teslim edilen vasiyetnameyi derhal inceler, gerekli koruma önlemlerini alır; olanak varsa ilgilileri dinleyerek terekenin yasal mirasçılara geçici olarak teslimine veya resmen yönetilmesine karar verir.” (TMK m. 595)

 

VASİYETNAMENİN AÇILMASI

Vasiyetname, mirasbırakanın son yerleşim yeri sulh hakimi tarafından kendisine teslimden itibaren 1 ay içerisinde açılıp ilgililere okunur. Burada hakim tarafından vasiyetnamenin geçerliliği kontrol edilmez.

Bilinen mirasçılar ve diğer ilgililer vasiyetnamenin açılması sırasında diledikleri takdirde hazır bulunmak üzere çağrılır. (TMK. M 596)

Tüm mirasçıların vasiyetnamenin açılmasına davet edilmesi gerekir. Bu şekilde vasiyetnameden haberdar olup itiraz haklarını kullanabileceklerdir. Bununla birlikte; mirasçılar katılmasa veya bir kısmı katılsa dahi vasiyetname açılır.

 

KARARIN İLGİLİLERE TEBLİĞİ GEREKİR

Vasiyetname açıldıktan sonra, mirasta hak sahibi olanların her birine gideri terekeye ait olmak üzere, vasiyetnamenin kendilerine ilişkin kısımlarının onaylı bir örneği hakim tarafından tebliğ edilir.

Nerede olduğu bilinmeyenlere vasiyetnamenin kendilerine ilişkin kısımları ilan yolu ile tebliğ olunur. (TMK. M.597)

Bu tebliğin yapılması ile vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kesinleşme süreci başlar. Vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kesinleşmesi önemlidir. Zira, tenfiz, tenkis gibi  davalar bu kararın kesinleşmesinden sonra açılabilir. Şayet kesinleşmeden açılırsa; vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kesinleşmesi bekletici mesele yapılmaktadır.

 

MİRASÇILIK BELGESİ VERİLMESİ

Normal şartlar altında; yasal mirasçıların mirasçılık durumunu gösterir belge, sulh mahkemesi veya noterliğe yaptıkları başvuru ile kendilerine verilir.

Vasiyet nedeniyle veya mirasçı atama nedeniyle lehine tasarrufta bulunulan kişi ise sulh mahkemesine başvuru ile bu belgeyi elde edebilir. Bu belgede kendisinin atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olduğu belirtilir. Ancak; sulh hakiminden bu talepte bulunulabilmesi için mirasçı atamaya veya vasiyete ilişkin ölüme bağlı tasarrufa mirasçılar veya başka vasiyet alacaklıları tarafından kendilerine bildirilmesinden başlayarak bir ay içinde itiraz edilmemiş olması gerekir. Bahsi geçen bildirim, vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kendilerine tebliğidir. Bu tarihten 1 ay geçmekle karara itiraz hakkı ortadan kalkacağından; vasiyetnamenin açılmasına ilişkin karar kesinleşmiş olacaktır.

Her iki durumda da, mirasçılık belgesinin geçersizliği her zaman ileri sürülebilir.

Ölüme bağlı tasarrufun iptaline ilişkin dava hakkı saklıdır. (TMK. M. 598)