+90 0312 418 28 20 info@guchukuk.com

VASİYETNAMENİN GEÇERLİLİĞİ

 

 

Türk Medeni Kanun ile; kişilerin vefat etmesi halinde geriye kalan mallarının kimler arasında ne şekilde paylaştırılacağı düzenlenmiştir. Burada bahsi geçen yasal mirasçılardır ve kanunen alacakları paylar belirlenmiştir. Ancak; kişiler vefa borcu ve benzeri sebeplerle bazı kişilerin mirastan daha fazla pay almasını veya hiç mirasçı olmayan kişilerin de mirastan pay almasını isteyebilir. İşte böyle bir isteğin bulunması halinde miras bırakacak kişi tarafından ölüme bağlı tasarrufun bir türü olan vasiyetname düzenlenebilmektedir. Bu vasiyetnamenin geçerli olabilmesi için belli şartlar bulunduğu gibi, içeriği de denetime tabidir.

 

VASİYETNAME NASIL DÜZENLENMELİDİR?

 

Türk Medeni Kanunu’nun 531 ve devamı maddeleri uyarınca Vasiyetname 3 şekilde düzenlenebilir:

  • Resmi Vasiyetname (TMK. M. 532-537)

Resmi vasiyetname, iki tanığın katılmasıyla resmi memur tarafından düzenlenir. Resmi memur, sulh hakimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli olabilir. Vasiyetname, mirasbırakan tarafından okunup imzalanır. Memur, vasiyetnameyi tarih koyarak imzalar. Mirasbırakan, vasiyetnameyi okuduğunu, bunun son arzularını içerdiğini memurun huzurunda iki tanığa beyan eder. Tanıklar, bu beyanın kendi önlerinde yapıldığını ve mirasbırakanı tasarrufa ehil gördüklerini vasiyetnameye yazarak veya yazdırarak altını imzalarlar. Vasiyetname içeriğinin tanıklara bildirilmesi zorunlu değildir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da tanıkların tanıklık yapabilecek kişilerden seçilmesidir. Zira; 536. Maddede

Fiil ehliyeti bulunmayanlar, bir ceza mahkemesi kararıyla kamu hizmetinden yasaklılar, okur yazar olmayanlar, mirasbırakanın eşi, üstsoy ve altsoy kan hısımları, kardeşleri ve bu kişilerin eşleri, resmi vasiyetnamenin düzenlenmesine memur veya tanık olarak katılamazlar.

Resmi vasiyetnamenin düzenlenmesine katılan memura ve tanıklara, bunların üstsoy ve altsoy kan hısımlarına, kardeşlerine ve bu kişilerin eşlerine o vasiyetname ile kazandırmada bulunulamaz.” Demekle tanıklıktan yasaklı kişiler belirtilmiştir.

  • El yazılı vasiyetname (TMK m. 538)

Vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek başından sonuna kadar mirasbırakanın el yazısıyla yazılmış ve imzalanmış olması zorunludur. El yazılı vasiyetname, saklanmak üzere açık veya kapalı olarak notere, sulh hakimine veya yetkili memura bırakılabilir.

  • Sözlü vasiyet (TMK m. 539-541)

Mirasbırakan; yakın ölüm tehlikesi, ulaşımın kesilmesi, hastalık, savaş gibi olağanüstü durumlar yüzünden resmi veya el yazılı vasiyetname yapamıyorsa, sözlü vasiyet yoluna başvurabilir. Bunun için mirasbırakan, son arzularını iki tanığa anlatır, tanıklar vasiyeti kağıda döküp imzalar ve belgeyi ikisi birlikte vakit geçirmeksizin bir sulh veya asliye mahkemesine verirler ve mirasbırakanı vasiyetname yapmaya ehil gördüklerini, onun son arzularını olağanüstü durum içinde kendilerine anlattığını hakime beyan ederler. Veya direk mahkemeye başvurarak arzuları tutanağa da geçirtebilirler.

Resmi vasiyetname düzenlenmesinde okur yazar olma koşulu dışında, tanıklara ilişkin yasaklar, sözlü vasiyetteki tanıklar için de geçerlidir.

 

VASİYETNAMENİN GEÇERLİLİK ŞARTLARI NELERDİR?

 

  • Vasiyet yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve onbeş yaşını doldurmuş olmak gerekir. (TMK m.502)

 

  • Mirasbırakanın yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama etkisi altında yaptığı ölüme bağlı tasarruf geçersizdir. Ancak, mirasbırakan yanıldığını veya aldatıldığını öğrendiği ya da korkutma veya zorlamanın etkisinden kurtulduğu günden başlayarak bir yıl içinde tasarruftan dönmediği takdirde tasarruf geçerli sayılır.

Ölüme bağlı tasarrufta kişinin veya şeyin belirtilmesinde açık yanılma halinde mirasbırakanın gerçek arzusu kesin                      olarak  tespit edilebilirse, tasarruf bu arzuya göre düzeltilir. (TMK m. 504)

 

  • Mirasçı olarak altsoyu, ana ve babası veya eşi bulunan miras bırakan, mirasının saklı paylar dışında kalan kısmında ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir. Bu mirasçılardan hiç biri yoksa, mirasbırakan mirasının tamamında tasarruf edebilir. (TMK m.505) Kardeşlerin saklı payı olduğuna ilişkin düzenleme 2007 yılında yürülükten kaldırılmıştır.

İŞÇİNİN YAŞLILIK AYLIĞI VEYA TOPTAN ÖDEME ALMAK AMACIYLA HİZMET AKDİNİ FESHETMESİ DURUMUNDA KIDEM TAZMİNATI

 

4857 Sayılı İş Kanununun 120. maddesi uyarınca 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesi hariç diğer maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. Sözü geçen 14. Madde kıdem tazminatı konusunu düzenlemekte olup, 1. Fıkranın 4. Ve 5. Bentlerinde yaşlılık, emeklilik veya malûllük aylığı veya toptan ödeme almak amacıyla iş akdinin feshi halinde kıdem tazminatı konusunu açıklamaktadır.

KIDEM TAZMİNATI     (1475 sayılı İş Kanunu)

MADDE 14 Bu Kanun’a tabi işçilerin hizmet akitlerinin :

  1. İşveren tarafından bu Kanun’un 17 nci maddesinin II numaralı bendinde gösterilen sebepler dışında,
  2. İşçi tarafından bu Kanun’un 16 ncı maddesi uyarınca,
  3. Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyla,
  4. Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malûllük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla;
  5. (Ek: 4447 – 25.8.1999) 506 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun Geçici 81 inci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle,

Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.

 

KIDEM TAZMİNATI TALEP EDİLEBİLMESİ İÇİN BAZI ŞARTLARIN BİRLİKTE VAR OLMASI GEREKİR.

“…İş sözleşmesinin bu amaçla feshinden söz edilebilmesi için,

  • sözleşmeyi işçinin feshetmiş olması,
  • feshin emekli (yaşlılık) aylığı almak amacıyla yapılmış olması ve
  • işçinin sosyal güvenlik kurumuna başvurduğunu ve aylığı hak kazandığını belgelemesi*

gerektiği belirtilmiştir.

İşçinin, iş sözleşmesini yaşlılık aylığı almak amacıyla feshinde, kıdem tazminatı hakkının dogması için fesih tarihinde yaşlılık aylığına hak kazanma koşullarının gerçekleşmiş olması yeterlidir. Kanunda ön görülen belgeleme koşuluna uyulmamış olması kıdem tazminatı hakkının doğmasını engellemez.* Belgeleme koşuluna uyulmaması hali sadece kıdem tazminatının gecikme faizinin fesih tarihinden değil dava tarihinden başlatılması sonucunu meydana getirir. Başka bir anlatımla bu yön iş verenin kıdem tazminatı borcu bakımında hangi tarihte temerrüde düştüğünün tespitinde belirleyici olur..” (T.C.YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ E. 2015/3353 K. 2016/12668 T. 28.4.2016)

“..14. maddesinin 3. fıkrası gereği işverenin kıdem tazminatı ödeme yükümlülüğü, davacı işçinin aylık veya toptan ödemeye hak kazanmış bulunduğunu ve kendisine aylık bağlanması veya toptan ödeme yapılması için yaşlılık sigortası bakımından bağlı bulunduğu kuruma veya sandığa müracaat etmiş olduğunu belgelemesi şartına bağlıdır..” (T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2015/9-1631 K. 2017/1009 T. 24.5.2017)

 

EMEKLİLİK YAŞI GELMEMİŞ OLSA DAHİ BU HAK KULLANILABİLİR.

 

“..1475 Sayılı yasaya 4447 Sayılı yasa ile eklenen 5. bentte, “506 Sayılı Kanunun 60. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun Geçici 81. maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle” işçilerin kıdem tazminatına hak kazanabileceği hükme bağlanmıştır. Düzenlemenin amacı, prim ödeme ve sigortalılık süresi yönünden emeklilik hakkını kazanmış olsa da, diğer bir ölçüt olan emeklilik yaşını beklemek zorunda olan işçilerin, bundan böyle çalışma olmaksızın işyerinden ayrılmaları halinde kıdem tazminatı alabilmelerini sağlamaktır. İşçi ayrıldığı tarihte sigortalılık süresini ve prim gün sayısını tamamlamış ise kıdem tazminatına hak kazanacaktır..” (T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2016/27010 K. 2016/16881 T. 29.9.2016)

 

BU ŞEKİLDE İŞTEN AYRILIP TAZMİNAT ALAN İŞÇİ DAHA SONRA BAŞKA YERDE İŞE GİREBİLİR.

      “..Ayrıca çalışma hakkı anayasal bir haktır. Davacının ayrıldıktan sonra yeni iş bulması, bu hak kapsamında değerlendirilmelidir. Yasal hakkını kullanan işçinin, ayrılmadan önce ve çalışırken iş bulduğu savunulmadığı sürece bu hakkını kullanması, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilemez..” (T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2016/27010 K. 2016/16881 T. 29.9.2016)

 

FAİZ BAŞLANGIÇ TARİHİ, BELGENİN İŞVERENE TEBLİĞ TARİHİDİR.

   “..Yaşlılık aylığı sebebi ile kıdem tazminatına hak kazanıldığında faiz başlangıcı, Sosyal Güvenlik Kurumundan alınan yaşlılık aylığı bağlandığına dair belgenin işverene tebliğ edildiği tarihtir. İşverene bu tür bir yazılı bildirim yapılmadığı takdirde faiz başlangıcının dava tarihi olarak kabulü gerekir..” (T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2017/4978 K. 2017/9003 T. 25.5.2017)

 

FAİZ TÜRÜ, MEVDUATA UYGULANAN EN YÜKSEK FAİZDİR.

   “..4857 Sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi yollamasıyla, halen yürürlükte bulunan 1475 Sayılı Kanun’un 14. maddesinin on birinci fıkrası hükmüne göre, kıdem tazminatının gününde ödenmemesi durumunda mevduata uygulanan en yüksek faize karar verilmelidir..” (T.C. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2016/28559 K. 2016/20993 T. 12.12.2016)

 

 

ANLAŞMALI BOŞANMA

 

Günümüzde pek çok insan evlilik birliğini sonlandırma yoluna gitmektedir. Bu ayrılık süreci bazen ortak alınan bir karar ile, bazen tek tarafın isteği üzerine, bazense iki taraf da boşanmak isterken velayet, mal-mülk gibi konularda anlaşma sağlanamadan gerçekleşmektedir. Her iki tarafın da boşanmayı istediği ve çocukların velayeti, ortak malların kimde kalacağı, nafaka konusu gibi hususlarda eşlerin anlaşma sağlayabildiği boşanma davaları anlaşmalı boşanma olarak nitelendirilebilir.

Anlaşmalı Boşanma Davasının Kabul Edilmesi İçin Gerekli Şartlar Nelerdir?

  • Öncelikle; anlaşmalı boşanma davası açabilmek için evlilik en az 1 yıl sürmüş olmalıdır.

Aksi takdirde mahkeme tarafından evlilik birliğinin temelden sarsılmış olup olmadığını araştırarak karar verilecektir.  Yargıtay’ın yerleşik görüşü bu yöndedir.

  • Eşlerin birlikte dava açmaları veya bir eşin açtığı anlaşmalı boşanma davasının diğer eş tarafından kabul edilmesi gerekir.
  • Eşler arasında aşağıdaki hususları barındıracak bir protokol hazırlanarak dava açılırken veya ilk duruşmaya kadar mahkemeye sunulması gerekir.

Bu protokolde;

– Çocukların velayetinin kimde kalacağı ve diğer eşin çocukla ne şekilde görüş sağlayacağı (kişisel ilişki) , çocuklara ödenecek nafaka (iştirak nafakası) varsa miktarı,

– Eşe ödenecek nafaka (yoksulluk nafakası) varsa miktarı,

– Ortak malların paylaşımı,  ve mal teslim tarihleri

– Maddi-manevi tazminat talep ediliyorsa miktarları ve ödeme tarihleri belirtilmelidir.

– Taraflar arasında anlaşma sağlanan başkaca hususlar varsa (Örneğin kredi borcunu ödeme anlaşması, kira ve aidat ödeme anlaşması gibi) bunlar da protokole yazılır.

– Boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hususunda yapılan düzenleme kanuna aykırı içerik taşımamalıdır ve koşula bağlanmamalıdır.

– Protokolde belirtilen hususlar uygulanabilir olmalıdır.

 

  • Eşlerin duruşmaya bizzat katılması ve aynı anda hakim huzurunda dinlenmeleri gerekir.

Hakim tarafından sunulan protokolün tarafların serbest iradelerini yansıttığı, boşanma isteğinin samimi olduğuna kanaat getirilmelidir.

 

Boşanma Kararı Ne Zaman Verilir?

 

Anlaşmalı boşanma davası açıldıktan sonra dosyanızın hangi mahkemede görüleceği ve dosya numaranız tarafınıza bildirilecektir. O mahkeme kalemine gidip anlaşma boşanma davası atığınızı ve duruşma gününü yakın tarihe istediğinizi belirtirseniz yakın bir tarihe duruşma günü alabilme ihtimaliniz olabilir. Bu durum mahkemelerin yoğunluuna göre değişir.

 

Duruşma günü her iki eşin de bizzat duruşmaya katılması gerektiğini belirtmiştik. Şayet yukarıdaki şartlar yerine getirildiyse; hakim ilk duruşmada eşleri dinledikten sonra protokoldeki hususlar uyarınca boşanmaya karar verebilir. Protokolde anlaşılmayan , eksik, hatalı hususların varlığı halinde taraflara/eşlere sorarak iradelerini öğrenip tutanağa geçirerek buna göre karar verebilir.

Boşanma kararının yazılması biraz süre alacaktır. Daha sonra mahkemeden kararı alıp temyiz etmeyeceğinizi belirtmeniz halinde karar kesinleşir ve mahkeme tarafından nüfus müdürlüğüne yazı yazılarak boşanma bildirilir.

 

 

Protokole Aykırı Davranılırsa Ne Yapılabilir?

 

Boşanma kararı ile ayrıca protokolün onanmasına da karar verilir. Artık protokolde belirtilen konular mahkeme kararıyla kabul edilmiş olur.  Protokole uyulmaması halinde; aile mahkemesinden protokolün uygulanması istenebilir.

 

Örneğin; protokol ile bir taşınmazın kadın eş adına tesciline karar verilmiş; ancak süresi geçmesine rağmen halen bu işlem yapılmadıysa kadın eş aile mahkemesinden tapu iptal ve tescil talebinde bulunabilir. Yine aynı şekilde protokole dayalı alacağın tespiti, protokolün yerine getirilmesinin sağlanması gibi talepler de aile mahkemesine açılacak dava ile talep edilebilecektir.

 

 

TERK SEBEBİYLE BOŞANMA DAVASI

 

Terk sebebiyle boşanma; Türk Medeni  Kanun’un 164. Maddesinde açıklanmış olup mutlak boşanma sebeplerindedir.

MADDE 164.- Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hakim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.

Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hakim veya noter , esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi halinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilan yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz. 

 

  • TERK SEBEBİYLE BOŞANMA DAVASI AÇILABİLMESİ İÇİN AŞAĞIDAKİ ŞARTLARIN BİRLİKTE BULUNMASI ŞARTTIR.
  1. Eşlerden birisi ortak yaşamdan ayrılmış olmalıdır.

Eş, haklı bir sebep olmaksızın iradi bir şekilde ortak yaşamdan ayrılmış olabilir veya haklı bir sebep olmadan eşinin ortak konuta dönmesini engelleyebilir. Her iki durumda da terk eden kişi konumunda olup; terk sebebiyle dava açma hakkı bulunmamaktadır. Burada sözü edilen ayrılık, ortak yaşama son verme kastı içermelidir. Öğrenim, askerlik, hastalık gibi sebeplerle ayrı yaşamak bu kapsamda sayılmamaktadır.

Ortak yaşamdan ayrılma bazı durumlarda hukuka uygun olabilir. Kişiliği, ekonomik güvenliği ve ailenin huzuru ciddi şekilde tehlikeye düşerse; eş ayrı yaşama hakkına sahiptir. Örneğin; eşi canına kastetmişse veya çocuğuna refaketçi kalması gerekiyorsa bu terk sayılmaz. Hakkında boşanma veya ayrılık davası açılmışsa; eş, dava reddedilip karar kesinleşene kadar eve dönmeme hakkına sahiptir. İhtar ancak kesinleşmeden 4 ay geçtikten sonra gönderilirse hüküm ifade eder. Ancak feragat ve müracaata bırakma halinde karar tarihinin esas alınacağı kabul görmektedir.

 

  1. Eşler karşılıklı anlaşarak ayrı yaşamı tercih etmiş olmamalıdır.

 

  1. Eşler arasında devam eden bir ceza davası veya soruşturması, tedbir nafakası davası, tazminat davası ve evlenmenin butlanı gibi iyiniyeti kaldıran davalar bulunmamalıdır.

 

  1. Terk eden eş akıl hastasıysa kendisine boşanma davası açılamaz.

 

  1. Davet edilen konutun ihtar talep tarihinden 4 ay önce tarafların sosyal konumuna göre hazırlanmış olması gerekir.

Davet edenin söz konusu konutta ikamet ediyor olması şarttır.

Konutta yeterli yiyecek – içecek, döşeme eşyası ve mevsimine göre ısınma gerekleri bulunmalıdır.

Kural olarak eşler konut seçimini ortak yaparlar. Evi terk eden eş; davet edildiği konutun birlikte seçmedikleri ev olduğu yönünde itirazda bulunabilir. Davet edilen evin, eşlerden biri tarafından seçilen veya hakim tarafından belirlenen bir ev olması gerekir.

Konut bağımsız ve güvenli olmalıdır. Ortak kullanılan konut olmamalıdır. Bakıma muhtaç ana-baba-kardeşin boşanma sebebi yaratacak davranışları bulunmamışsa bu durum bağımsızlığa engel sayılmamaktadır.

 

  1. Aile Mahkemesi Hakimi veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmalıdır.

İhtarda açık adres bulunmalı, eve dönüş için 2 aylık yasal sürenin bulunduğu belirtilmeli ve ihtara uymamanın sonuçları açıklanmalıdır. Ayrıca, uzak bir yerden gelinecekse; konuta davet edilen kişiye, gerekli yol giderinin konutta ödemeli olarak gönderilmesi gerekmektedir.

Ortak yaşamdan ayrılmadan itibaren 4 ay geçmedikçe ihtar talep edilemez. Bu süre geçtikten sonra usulüne uygun bir ihtar ile terk edene 2 aylık süre verilir ve bu süre içinde konuta dönüş sağlanmazsa terk sebebiyle boşanma davası açılabilir. İhtarın karşı tarafa tebliği ile süre başlar.

Davet edilen eşin bazı durumlarda eve girememesi söz konusu olabilir. Örneğin davacı taraf evde olmayabilir, kapıyı açmayabilir, anahtar bırakmayabilir. Yargıtay; terk nedeniyle açılan davada boşanma kararı verilebilmesi için eşin her an davete uyabileceği düşünülerek evin içeriye girmesine imkan verecek şekilde hazır bulundurulması gerektiğini belitmiştir.

Eve dönüş için verilen sürede terk eden eşin ihtara uymamakta haklı nedenleri varsa; boşanmaya karar verilmez. Örneğin; hastalık, askerlik, tutukluluk halleri gibi durumlar.

 

  • DAVADA USUL VE İSPAT YÜKÜ

Terk sebebiyle boşanma davasının kabul edilebilmesi için usulüne uygun bir ihtarın tebliğ edilmiş olmasına rağmen haklı bir sebep olmaksızın konuta dönülmemiş olması gerekir. Burada ispat edilmesi gereken; ortak yaşamdan ayrılmanın sebebi değil; ortak yaşama geri dönmemenin haklı sebebidir ve davete uymamanın haklı sebebini ispat yükü davalıya aittir.

Terk sebebiyle boşanma davasında  davalının davayı kabul beyanı sonuca etkili değildir. Ancak taraflar davanın her aşamasında ıslah yolu ile davalarını anlaşmalı boşanmaya çevirerek anlaşmalı boşanma gerçekleştirebilirler.

Terk sebebiyle boşanma her ne kadar mutlak boşanma sebebiyse de; hakim boşanma yerine ayrılığa hükmedebilir.

Terk sebebiyle boşanma davalarında boşanmaya sebep olan olayın, usulüne uygun ihtar tebliğine rağmen, davalı eşin haklı bir sebep bulunmaksızın ortak konutuna ve aile birliğine dönmemesi olduğu ve gerçekleşen bu durumun kişilik haklarına saldırı oluşturmadığından manevi tazminat talep edilemeyeceği kabul edilmektedir. (YARGITAY 2. HD E. 2015/18675 K. 2016/10808 T. 1.6.2016)

 

 

 

 

 


				
					

YENİDEN KİRALAMA YASAĞI

Türk Borçlar Kanunu’nun 355. Maddesi ile; kiraya verenin kendisi, eşi, altsoyu veya üstsoyu veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu kişilerin gereksinimi nedeniyle, kiraya verilen yerin boşaltılmasının sağlandığı durumlarda (Borçlar Kanunu md. 350 ve devamı) , bu taşınmaz, haklı bir sebep olmaksızın 3 yıl süre ile bir başkasına kiraya verilemez. Kiraya veren tarafından bu hükme uyulmaması halinde, eski kiracının son kira döneminde ödemiş olduğu 1 yıllık kira bedelinden az olmamak üzere tazminat ödemesi gerektiği yasal düzenlemede yer almıştır.

Bu düzenleme uyarınca; kiracıların haksız yere evlerinden veya işyerlerinden çıkartılarak taşınmazın başka kişilere kiraya verilmesinin önü kapatılmıştır.

Bu düzenlemeden önceki dönemde, 6570 Sayılı Kanunda cezai yaptırım düzenlenmekteydi. Yeni yasal düzenlemede ise; herhangi bir cezai yaptırım söz konusu olmamakta, sadece kiracıya tazminat talep hakkı tanınmaktadır.

  • Kiraya verenin bu sorumluluğunu kaldıran haklı nedenlerin neler olabileceği konusunda sınırlama getirilmemiş, kanunda haklı sebepler tek tek sayılmamıştır. Haklı sebeplerin neler olabileceği somut olaya göre hakim tarafından takdir edilecektir.

Yargıtay’ın bir kararında haklı nedenler (mücbir sebep) arasında ihtiyaç iddiasında bulunan kişinin ölmesi, askerlik, işyeri ihtiyacı ile tahliyeden sonra ihtiyaç sahibinin sağlığının bozulması gibi haller sayılmıştır. (Yargıtay 4. HD. 22/02/2001, E. 2000/10728 K. 2001/1869) Bu gibi haklı sebeplerin varlığı halinde taşınmazın başkasına kiraya verilmesine ilişkin yasak ortadan kalkmaktadır.

Yasanın gerekçesinde “haklı sebep” şu şekilde açıklanmıştır:

                              “Kiraya verenin kanunda öngörülen sebeplerden birine dayanarak aldığı mahkeme kararını uygulatmak suretiyle, kiracının kiralanandan tahliyesini sağladıktan sonra, üç yıl süreyle kiralananı başkalarına kiraya verme yasağının bir istisnasını oluşturmaktadır.”

  •  Maddede sözü geçen tazminat hakkının hangi durumlarda doğacağı hususunda netlik bulunmamaktadır.

Kanunda herhangi bir açıklık bulunmamakla birlikte; gerekçeden, söz konusu maddenin uygulanabilirliği açısından tahliyeye ilişkin bir mahkeme kararı olması ve bu kararın uygulattırılması – icra yolu ile tahliye edilmenin gerektiği gibi bir anlam çıkmaktadır. 6570 Sayılı Yasanın uygulandığı dönemde; mahkeme kararı ile tahliye ve cebri icra yolu ile (icra müdürlükleri vasıtasıyla) tahliyenin sağlanmasının gerektiği genel kabul görmüş bir görüştü. Ancak; Yargıtay’ın aksi kararları da bulunmaktaydı. Örneğin; bir Yargıtay kararında “ …bu nitelikteki davalarda sorumluluk için icra yolunun varlığının öngörülmesi usul ve yasaya aykırı olup..” demekle icrai işlemin bir şart olmadığı belirtilmiştir. (Yargıtay 4. HD. 20/03/2003 E. 2002/11390 K. 2003/3230)

Yukarıdaki hususları birlikte değerlendirdiğimizde uygulamada tam bir görüş ve uygulama birliği bulunmadığını görüyoruz.  Sanıyoruz ki; mahkeme kararı ve cebri icra ile tahliye şartlarının birlikte varlığı yeni kanunun maddesinde de genel olarak aranmaktadır.  Bu demektedir ki; işyeri veya evini kendisi terk etmeye razı gelen kiracılar, taşınmazın yeniden kiraya verilmesi halinde elde edecekleri tazminat talep haklarını kaybetme riski ile karşı karşıya kalabilecektir.

  • Talep edilebilecek tazminat, eski kiracının bu nedenle uğradığı zararlar dikkate alınarak hesaplanır.

Kiraya veren tarafından taşınmazın haklı neden olmaksızın 3 yıl içerisinde bir başkasına kiraya verilmiş olması nedeniyle eski kiracının uğradığı tüm zararlar kiraya verenden talep edilebilir. Alt sınır yasada bir yıllık kira bedeli olarak tespit edilmiş, üst sınır ise çizilmemiştir.

Burada önemli olan hususların başında illiyet bağı gelmektedir. Talep edilen zararın oluşması tahliyeden kaynaklı olmalıdır.

Talep edilebilecek hususlara örnek olarak yeni yer kiralama komisyoncu gideri, nakliye masrafları, o yörede başkaca işyeri bulamayıp işkolunu değiştirmek zorunda kalan kişinin bu nedenle uğradığı zarar, daha düşük imkanlara sahip bir yer kiralaması gereken eski kiracının, yeni yere ödediği kira bedeli ile tahliye ettiği konutun emsal kiraları arasındaki zararı gibi zararların, belgelendirilmek suretiyle talep edilebileceği kabul edilmektedir.