+90 0312 418 28 20 info@guchukuk.com

ECRİMİSİL / HAKSIZ İŞGAL TAZMİNATI

ECRİMİSİL / HAKSIZ İŞGAL TAZMİNATI NEDİR?

 Türk Medeni Kanunu 683. Madde uyarınca bir şeye malik (sahip) olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.

İşte ecrimisil veya haksız işgal tazminatı da; bir kişinin malına haksız olarak el atan, zilyetliği elinde tutan, kullanan veya kira vererek gelir elde eden kişiden talep edilebilecek tazminat türüdür.

Yani kısaca ecrimisil, iyiniyetli olmayan zilyedin geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız olarak alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında ödemek zorunda olduğu tazminat olup, yasal dayanağını 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 995. maddesinden almaktadır.

Madde 995- “İyiniyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır. 8204 İyiniyetli olmayan zilyet, yaptığı giderlerden ancak hak sahibi için de zorunlu olanların tazmin edilmesini isteyebilir. İyiniyetli olmayan zilyet, şeyi kime geri vereceğini bilmediği sürece ancak kusuruyla verdiği zararlardan sorumlu olur.”

 

ECRİMİSİL KİRA ALACAĞI DEĞİLDİR.

İnsanlar ecrimisili kira alacağına benzetmektedir. Fakat ecrimisil kira alacağından oldukça farklıdır. Öncelikle; ortada bir kira sözleşmesi bulunmadığı gibi taraflar arasında kullanıma ilişkin aralarında  anlaşma da sağlanmış değildir. Yani maldan yarar sağlayan kişinin hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Bununla birlikte ecrimisil bir kira ödemesi değil; bir tazminattır.

 

MALİK KULLANIMA RIZA GÖSTERMİŞ İSE; O DÖNEMLER HAKKINDA ECRİMİSİL TALEBİNDE BULUNAMAZ.

“..01.05.1997 tarihinden beri zemin katını davacıların muvafakati ile dava tarihine kadar kullandıkları, davalı Gülizar’ın taşınmazda paydaş olmamakla birlikte maliklerden olan diğer davalı çocukları ile birlikte oturduğu davacıların bu şekildeki kullanıma dava tarihine kadar itiraz etmedikleri,…

.. Öyle ise, davalı Gülizar’ın taşınmazı kullanımının muvafakate davalı olduğu dava açılmakla muvafakatin geri alındığı kabul edilmelidir. Davanın açıldığı tarihe kadar davalı Gülizar’ı haksız işgalci olarak kabul etmek imkansız olup, haksız işgalcinin taşınmazı kullanmasından dolayı ödemekle mükellef olduğu haksız işgal tazminatı niteliğindeki ecrimisilden anılan davalının sorumlu tutulması da mümkün değildir.” (T.C.  YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2014/1026 K. 2014/8020 T. 17.4.2014)

 

PAYDAŞLIK DURUMUNDA ECRİMİSİL TALEP EDEBİLMEK İNTİFADAN MEN KOŞULUNA BAĞLIDIR.

İntifadan men kısaca; davacı paydaşın davaya konu taşınmazdan ya da gelirinden yararlanmak isteğinin diğer paydaşlara bildirmesi olarak nitelendirilebilir. Bu bildirim diğer paydaşlara yapılmadan ecrimisil talebinde bulunulamaz. Ancak intifadan men koşulunu gerçekleştiren malik/paydaş , bu tarihten sonra ortaya çıkan ecrimisil hakkını talep edebilecektir.

Elbirliği mülkiyetinde de durum benzerdir:

“Elbirliği mülkiyetinde de paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine ecrimisil davası açabilir. Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa ve maddi zararı yoksa açacağı ecrimisil davasının dinlenme olanağı yoktur.” (YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2017/3920 K. 2017/5207 T. 11.10.2017)

Dava sırasında intifadan men koşulunun gerçekleştiği iddiası, her türlü delille kanıtlanabilecektir.

İNTİFADAN MEN KOŞULUNUN İSTİSNALARI:

“Kural olarak, men edilmedikçe paydaşlar birbirlerinden ecrimisil isteyemezler. Ancak, bu kuralın yerleşik yargısal uygulamalarla ortaya çıkmış bir takım istisnaları vardır.

Bunlar;

-Ecrimisil istenen taşınmazın (bağ, bahçe gibi) doğal ürün veren yada (işyeri, konut gibi) kiraya verilerek hukuksal semere elde edilen yerlerden olması,

-Paylı taşınmazı işgal eden paydaşın bu yerin tamamında hak iddiası ve diğerlerinin paydaşlığını inkar etmesi

-Paydaşlar arasında yapılan kullanım anlaşma sonucu her paydaşın yararlanacağı ortak taşınmaz veya bölümlerinin belirli bulunması,

-Davacı tarafından diğer paydaşlar aleyhine daha önce bu taşınmaza ilişkin, elatmanın önlenmesi, ortaklığın giderilmesi, ecrimisil ve benzeri davalar açılması veya icra takibi yapılması,

-Taşınmazın getirdiği ürün itibariyle de, kendiliğinden oluşan ürünler; biçilen ot, toplanan fındık, çay yahut muris tarafından kurulan işletmenin yahut, başlı başına gelir getiren işletmelerin işgali

-Davaya konu taşınmazın kamu malı olması

halinde intifadan men koşulunun oluşmasına gerek bulunmamaktadır.” (T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2017/3920 K. 2017/5207 T. 11.10.2017)

 

TAZMİNAT MİKTARININ BELİRLENMESİ

–          Taşınmaza haksız olarak el atılması durumunda bu taşınmazın mevcut veya tahmini kira gelirine dikkat edilir.

“Ecrimisil hesabı uzmanlık gerektiren bir husus olup, taşınmazın niteliğine uygun bilirkişi marifetiyle keşif ve inceleme yapılarak ve taleple bağlı kalınarak haksız işgal tazminatı miktarı belirlenmelidir. Alınan bilirkişi raporu, somut bilgi ve belgeye dayanmalı, tarafların ve hakimin denetimine açık, değerlendirmenin gerekçelerinin bilimsel verilere ve HMK’nın 266 vd. maddelerine uygun olmalıdır. İlke olarak, kira geliri üzerinden ecrimisil belirlenmesinde, taşınmazın davaya konu ilk dönemde mevcut haliyle serbest şartlarda getirebileceği kira parası, emsal kira sözleşmeleri ile karşılaştırılarak, taşınmazın büyüklüğü, niteliği ve çevre özellikleri de nazara alınarak yöredeki rayiçe göre belirlenir. Sonraki dönemler için ecrimisil değeri ise ilk dönem için belirlenen miktara ÜFE artış oranının tamamının yansıtılması suretiyle bulunacak miktardan az olmamak üzere takdir edilir.” (T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2014/22518 K. 2017/4883 T. 3.10.2017)

–          Tarım ürünleri hakkında ise  ekilen tarım ürünleri tespit edilerek birim fiyatlarına göre tazminat hesap edilmektedir.

“..bölgede ekilen tarım ürünlerinin neler olduğu tarım ilçe müdürlüğünden sorulup ekildiği bildirilen ürünlerin ecrimisil talep edilen yıllara göre birim fiyatları ve dekara verim değerleri, hal müdürlüğünden ilgili dönemler için getirtilmeli, uzman bilirkişi heyeti ile keşif yapılarak yukarıdaki ilkeler uyarınca gelir metoduna göre ve her bir taşınmazda davacıya tekabül eden pay esas alınmak suretiyle doğru şekilde ecrimisil hesabının yapılması, bilirkişiden denetime elverişli rapor alınması ile hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekir. (T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2017/2490 K. 2017/3910 T. 6.7.2017)

 

DAVA ZAMANAŞIMI

 25.05.1938 tarih ve 29/10 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ve Yargıtay’ın aynı yoldaki yerleşmiş içtihatları uyarınca ecrimisil davaları beş yıllık zamanaşımına tabi olup bu beş yıllık süre dava tarihinden geriye doğru işlemeye başlar.

BANKALARCA TALEP EDİLEN KREDİ KARTI ÜYELİK AİDATI

Kredi kartı tedarik eden bankaların müşterilerinden yıllık olarak veya 6 ayda bir ‘Kredi kartı üyelik aidatı’ adı altında bir kısım ödeme talep ettiklerini biliyoruz. Geçmiş dönemde yatırılan bu aidatların iadesi için Tüketici Hakem Heyetlerine oldukça başvuru yapılmıştı ve halen de yapılmakta. Peki bankaların bu uygulaması yasal mı?

Bankaların talep ettikleri aidatlara ilişkin bir açıklık getirilmesi 28/05/2014 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 31. Maddesi ile olmuştur. Söz konusu madde ile kart çıkartan kuruluşlar tarafından, tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil etmedikleri bir kredi kartı sunmaları zorunlu hale getirilmiş, böylece tüketiciye seçim hakkı tanınmıştır.

Bu demektir ki; Yasa’nın yürülüğe girmesinden sonraki sözleşmelerde kart üyelik aidatı belirtiliyorsa; bu bedelin talep edilmesi yasaldır. Oysa yürülük tarihi olan 28/05/2014’den önce yapılan kredi kartı sözleşmeleri için durum biraz daha karışıktır. Bazı kararlarda alınan bu ücretin yasal olduğu, bazılarında ise haksız şart olarak değerlendirilmiştir.

BKKKK 24. Maddesinde ise; kart hamilinden sözleşmede yer almayan ücret talep edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmektedir. Bu madde uyarınca sözleşmede yer almayan faiz, komisyon, masraf gibi taleplerde bulunulması mümkün  görülmemektedir. Zira yıllık kart ücreti sözleşmenin zorunlu unsuru kabul edilmemektedir.

Oysa; uygulamada bu husus farklı yorumlamalara maruz kalmış ve pek çok farklı karar ortaya çıkmıştır. Bir kısım kararda ödemenin yasal olmadığı, bir kısım kararda ise sözleşmede belirtilmese dahi aidat talep edilebileceği kabul edilmiştir. Şu anda genel kabul gören görüşün; aksi taraflarca kararlaştırılmadığı sürece ve aidat miktarının makul olması koşuluyla bankalarca aidat talebinde bulunabileceği olduğu söylenebilir.

Bankaya aidat ödememek için; kredi kartı başvurusu esnasında aidat ödenmek istenmediğinin belirtilmesi, sözleşmenin incelenerek böyle bir ibare bulunup bulunmadığına dikkat edilmesi ve ibare yoksa dahi sözleşmeye “Kredi kartı üyelik aidatı ödemesini kabul etmiyorum” şeklinde bir ibare düşülmesi tüketicinin yararına olabilecektir.

Konunun açıklığa kavuşması açısından aşağıda bir kısım Yargıtay kararı sunulmaktadır.

  • Yargıtay’ın bir kararında;

                  “…bankanın kredi kartı üyelik aidatını makul olmak kaydıyla istemesinde yasaklayıcı bir hüküm olmadığı gibi…” (T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2012/23542 K. 2013/3272 T. 13.2.2013)

Denmekle kredi kartı üyelik aidatının makul olması koşuluyla geçerli olduğunu kabul etmiştir. Makul olmaktan kasıt nedir tam belirlenmemiş olmakla birlikte; somut duruma göre belirlenir.

  •  Yargıtay’ın bir başka kararında ise aidatın taraflarca müzakere edilmemiş olmasının haksız şart kabul edileceği ve iadesi gerektiği belirtilmiştir.

                    “…Mahkemece kredi kartı aidatına dair sözleşme hükmünün 12 punto koyu siyah harflerle düzenlenmediği, tüketiciyi kart kullanım ücreti adı altında bir külfete sokan sözleşme hükmünün tüketici ile ayrıca müzakere edilerek kararlaştırıldığının iddia ve ispat edilmediği, sözleşmedeki kredi kartı üyelik ücreti alınacağına dair hükmün haksız şart olduğu, gerekçesi ile kart aidatı kesintisi olarak 665,00 TL nin iadesine…” (T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2015/13054 K. 2016/3659 T. 2.3.2016)

  •   Aşağıda sunulan Yargıtay Kararlarında ise; banka tarafından yapılan kesintilerin ödenmemesi durumunda faiz işletilebileceği, ayrıca; banka ve müşterisinin arasında imzalanan sözleşmede kredi kartı üyelik aidatı ödenmesi kararlaştırıldığından bu alacağın hukuki olduğu ve cezai şart niteliğinde bulunmadığı, bankaların hizmetlerinin karşılığı olarak ücret talep edebilecekleri belirtilmiştir;

                     “… davacının ekstreye yansıyan kesintilere itirazda bulunmadığı ödemelerdeki gecikme sebebiyle banka tarafından uygulanan faizin hukuka uygun olduğunun anlaşıldığı, öte yandan kredi kartı üyelik aidatı alınacağı taraflar arasındaki sözleşmede kararlaştırıldığı ve bu düzenlemenin haksız şart niteliğinde olmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

…. usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA…” (T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2016/1964 K. 2017/1993 T. 13.3.2017)

                    “…Bankalar bunun aksine kar amacıyla kurulan müesseselerdir. Bu yüzden gördükleri hizmetin karşılığını da isteyebilirler. Ayrıca çok sayıda banka bulunduğuna göre de davalı kendi yükümlülüklerini yerine getirmek kaydıyla dilediği bankadan kredi kartı kullanma imkanına da sahiptir. Bu durumda davalı ile davacı banka arasındaki sözleşmenin iltihaki bir sözleşme olmadığının kabulü gerekir. Bankalar gördükleri hizmetin uygun bir karşılığını istemek hakkına sahiptir. Kredi Kartı hizmetinin banka için riski bulunduğu gibi bir maliyeti de bulunmaktadır. Bankanın bu maliyeti kredi kartı kullanıcılarına yansıtması doğaldır…” (T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2012/7979 K. 2012/9930 T. 11.4.2012)

  • Aşağıdaki kararda; sözleşmede belirtilmese dahi bankaların kart aidatı talep etme hakları olduğundan bahsedilmektedir.

“…Öte yandan sözleşmede üyelik ücreti alınacağının kararlaştırıldığı da sabittir. Davacı, davalıya ait kredi kartını kullanması nedeniyle, davalı banka taraından bildirilen ücreti, sözleşmede hüküm olsun yada olmasın ödemekle yükümlüdür. Bir başka deyişle, davalı banka üyelik ücreti ödenmeden kart verme yükümlülüğünde olmayıp, sözleşmedeki buna dair kararlarında haksız şart niteliğinde bulunmamaktadır…”  (T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2010/13722 K. 2011/5258 T. 5.4.2011)

KEFALET SÖZLEŞMESİ

Kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir.

Kefalet sözleşmesi, mevcut ve geçerli bir borç için yapılabilir. Ancak, gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de, bu borç doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet sözleşmesi kurulabilir.

Yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle borçlunun sorumlu olmadığı bir borç için kişisel güvence veren kişi, yükümlülük altına girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan eksikliği biliyorsa, kefaletle ilgili kanun hükümlerine göre sorumlu olur. Aynı kural, borçlu yönünden zamanaşımına uğramış bir borca kefil olan kişi hakkında da uygulanır.

Kefalet Sözleşmesinin Şekli:

Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.

“Taraflar arasındaki kira sözleşmesinde kefilin sorumlu olduğu azami miktar ve kefalet tarihine dair el yazısı ile yazılmış bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda TBK.nun 583.maddesinde belirtilen şekil şartlarına uyulmadan yapılan kefalet sözleşmesi geçersiz olduğundan, mahkemece davalı kefil İ… A.Ş. hakkındaki davanın bu sebeple reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kefil hakkında da itirazın kaldırılmasına karar verilmesi doğru değildir.” (YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ E. 2017/2095, K. 2017/7610, T. 23.5.2017)

Ayrıca kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişiklikler, kefalet için öngörülen şekle uyulmadıkça hüküm doğurmaz.

Kefalet Sözleşmesinde Eşin Rızası:

Yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu ile kefalet sözleşmelerinde artık eşin rızası aranmaktadır.

Bu durumda eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.

Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası gerekmez.

Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler, mesleki faaliyetleri ile ilgili olarak esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı esnaf veya sanatkârlar tarafından verilecek kefaletler, 27/12/2006 tarihli ve 5570 sayılı Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair Kanun kapsamında kullanılacak kredilerde verilecek kefaletler ile tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletler için eşin rızası aranmaz.

“… 07.04.2015 tarihli kefalet tutanağında görüleceği üzere, icra kefilinin, aynı zamanda eşi olan borçlunun borcuna kefil olduğu anlaşılmaktadır… temyiz incelemesine konu olayda da kefalete rıza gösterecek eşin, borçlunun bizatihi kendisi olması sebebiyle ve de kefil olunacak borçlu eşin, kendisine verilecek kefalete rıza göstermeyeceğinin kabulünün de hayatın olağan akışına aykırı olacağı düşüncesiyle, eşin, borçlu eşe kefil olmak istemesi halinde, kefaletin geçerli olması için eş rızasına lüzum olmadığının kabulü gerekir. Kaldı ki, eş rızasının aranmasına yönelik kanuni düzenlemenin temel maksadının, eşlerin birbirlerinin borçlandırıcı tasarruflarından haberdar olma ve borçlandırıcı işlemleri aile bütünlüğü içerisinde birlikte yapma olduğu nazara alındığında, somut olaydaki gibi borçlu eşin diğer eşin kefaletine rıza göstermesi şartının aranmasının fuzuli olacağı tabiidir.O halde, mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, diğer şekil şartlarına uyulması sebebiyle kefalet geçerli olduğundan, şikayetin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile istemin kısmen kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.( YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E. 2016/12256, K. 2016/21462, T. 13.10.2016)

KEFALET TÜRLERİ:

  • Adi Kefalet:

Adi kefalette alacaklı, borçluya başvurmadıkça, kefili takip edemez; ancak, aşağıdaki hâllerde doğrudan doğruya kefile başvurabilir:

  • Borçlu aleyhine yapılan takibin sonucunda kesin aciz belgesi alınması.
  • Borçlu aleyhine Türkiye’de takibatın imkansız hale gelmesi veya önemli ölçüde güçleşmesi.
  • Borçlunun iflasına karar verilmesi.
  • Borçluya konkordato mehili verilmiş olması.

Alacak, kefaletten önce veya kefalet sırasında rehinle de güvence altına alınmışsa, adi kefalette kefil, alacağın öncelikle rehin konusundan alınmasını isteyebilir. Ancak, borçlunun iflasına veya kendisine konkordato mehli verilmesine karar verilmişse, bu hüküm uygulanmaz.

Sadece açığın kapatılması için kefil olunmuşsa, borçlu aleyhine yapılan takibin kesin aciz belgesi alınmasıyla sonuçlanması veya borçlu aleyhine Türkiye’de takibatın imkânsız hâle gelmesi ya da konkordatonun kesinleşmesi durumlarında, doğrudan doğruya kefile başvurulabilir. Sözleşmede, bu durumlarda alacaklının, önce asıl borçluya başvurmak zorunda olduğu kararlaştırılabilir.

  • Müteselsil Kefil:

Kefil, müteselsil kefil sıfatıyla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girmeyi kabul etmişse alacaklı, borçluyu takip etmeden veya taşınmaz rehnini paraya çevirmeden kefili takip edebilir. Ancak, bunun için borçlunun, ifada gecikmesi ve ihtarın sonuçsuz kalması veya açıkça ödeme güçsüzlüğü içinde olması gerekir.

“Talep, ihtiyati haciz istemine dair olup mahkemece yazılı gerekçelerle talebin reddine karar verilmiştir. Alacaklının müteselsil kefillere başvurma koşullarının düzenlendiği 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 586. maddesine göre, kefil, müteselsil kefil sıfatıyla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girmeyi kabul etmişse alacaklı, borçluyu takip etmeden veya taşınmaz rehnini paraya çevirmeden kefili takip edebilir. Ancak, bunun için borçlunun, ifada gecikmesiyle ihtarın sonuçsuz kalması veya açıkça ödeme güçsüzlüğü içinde olması gerekir. Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce asıl borçluya başvurulmadan müteselsil kefile gidilebilmesi mümkün iken, TBK’nın anılan düzenlemesi ile bu artık mümkün olmamakta, asıl borçluya başvurulmadan müteselsil kefile doğrudan doğruya başvurulamamaktadır. Buna göre somut olayda ihtiyati haciz isteyen alacaklı banka tarafından, borçlu ile müteselsil kefillere keşide edilen kat ihtarnamesi borçlulara tebliğ edilmeden, ihtarnamenin düzenlenme tarihinden bir gün sonra ihtiyati haciz talebinde bulunulmuştur. Ancak, talep tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı TBK 586/1. maddesi uyarınca müteselsil kefiller hakkında ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için asıl borçluya çekilen ihtarın sonuçsuz kalması ve asıl borçlunun ifada gecikmesinin gerekmesine, asıl borçluya çekilen ihtarın tebliğinin kanıtlanamamış olmasına göre, ihtiyati haciz talebinin reddi gerektiğinden sonucu itibariyle yerinde olan kararın açıklanan bu değişik gerekçeyle onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.”( YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 2016/8594, K. 2016/7311, T. 19.9.2016)

Alacak, teslime bağlı taşınır rehni veya alacak rehni ile güvenceye alınmışsa, rehnin paraya çevrilmesinden önce kefile başvurulamaz. Ancak, alacağın rehnin paraya çevrilmesi yoluyla tamamen karşılanamayacağının önceden hakim tarafından belirlenmesi veya borçlunun iflas etmesi ya da konkordato mehli verilmesi hallerinde, rehnin paraya çevrilmesinden önce de kefile başvurulabilir.

  • Birlikte Kefalet:

Birden çok kişi, aynı borca birlikte kefil oldukları takdirde, her biri kendi payı için adi kefil gibi, diğerlerinin payı için de kefile kefil gibi sorumlu olur.

Borçluyla birlikte veya kendi aralarında müteselsil kefil olarak yükümlülük altına giren kefillerden her biri, borcun tamamından sorumlu olur. Ancak, bir kefil, kendisiyle birlikte daha önce veya aynı zamanda müteselsilen yükümlü bulunan ve Türkiye’de takip edilebilen bütün kefillere karşı takibe girişilmiş olmadıkça, kendi payından fazlasını ödemekten kaçınabilir. Bir kefil, bu hakkı, diğer kefillerin kendi paylarını ödemiş veya ayni güvence sağlamış olmaları durumunda da kullanabilir. Aksine anlaşmalar saklı kalmak kaydıyla, borcu ödeyen kefil, kendi paylarını daha önce ödememiş olmaları ölçüsünde, diğer kefillere karşı rücu hakkına sahiptir. Bu hak, borçluya rücudan ö nce de kullanılabilir.

Alacaklı, kefilin aynı alacak için başka kişilerin de kefil olduğunu veya olacağını varsayarak kefalet ettiğini biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, bu varsayımın sonradan gerçekleşmemesi veya kefillerden birinin alacaklı tarafından kefalet borcundan kurtarılması ya da kefaletinin hükümsüz olduğuna karar verilmesi durumunda kefil, kefalet borcundan kurtulur.

Birbirlerinden bağımsız olarak aynı borç için kefil olanlardan her biri, kefalet borcunun tamamından sorumlu olur. Ancak, borcu ödeyen kefil aksine anlaşma olmadıkça, diğerlerine toplam kefalet miktarındaki payı oranında rücu hakkına sahiptir.

  • Kefile Kefil ve Rücua Kefil:

Kefilin borcu için alacaklıya  güvence veren kişiye  kefile kefil denir. Bu kişi, alacaklıya karşı kefil ile birlikte, adi kefil gibi sorumludur.

Rücua kefil, kefilin borçludan rücu alacağı için güvence veren kefildir.

Kefilin Sorumluluğunu Kapsamı:

Kefil, her durumda kefalet sözleşmesinde belirtilen azamî miktara kadar sorumludur.Aksi sözleşmede kararlaştırılmamışsa kefil, belirtilen azamî miktarla sınırlı olmak üzere, aşağıdakilerden sorumludur:

  1. Asıl borç ile borçlunun kusur veya temerrüdünün yasal sonuçları.
  2. Alacaklının, kefile, onun borcu ödeyerek yapılmalarını önleyebileceği uygun bir zaman önce bildirmesi koşuluyla, borçluya karşı yönelttiği takip ve davaların masrafları ile gerektiğinde rehinlerin kefile tesliminin ve rehin haklarının devrinin sebep olduğu masraflar.
  3. İşlemiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait akdî faizler ile gerektiğinde tahvil karşılığında ödünç verilen anaparanın işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait faizleri.

Sözleşmede açıkça kararlaştırılmamışsa kefil, borçlunun sadece kefalet sözleşmesinin kurulmasından sonraki borçlarından sorumludur.Unutulmamalıdırki kefilin, asıl borç ilişkisinin hükümsüz hâle gelmesinin sebep olduğu zarardan ve ceza koşulundan sorumlu olacağına ilişkin anlaşmalar kesin olarak hükümsüzdür.

Borçlunun iflası sebebiyle olsa bile, borç muaccel olduğu takdirde kefil, alacaklıdan yapacağı ödemeyi kabul etmesini her zaman isteyebilir. Bir borca birden çok kişinin kefil olması durumunda alacaklı, kefillerden biri tarafından yapılacak kısmi ödemeyi, bunu öneren kefile düşen paydan az olmamak koşuluyla, kabul etmek zorundadır.

Alacaklı haklı bir sebep olmaksızın ödemeyi kabul etmekten kaçınırsa, kefil borcundan kurtulur; birlikte müteselsil kefalette ise, kefillerin sorumluluğu kendilerine düşen pay miktarınca azalır.Alacaklının rızası varsa kefil, asıl borcu muaccel olmasından önce de ödeyebilir. Ancak, bu durumda kefil, asıl borçluya karşı rücu hakkını borcun muaccel olmasından önce kullanamaz.

Borcu tamamen veya kısmen ödeyen kefil, durumu borçluya bildirmek zorundadır.Kefil, bu bildirimde bulunmazsa ve ödemeyi bilmeyen veya bilmesi gerekmeyen borçlu da alacaklıya ifada bulunursa, rücu hakkını kaybeder.Kefilin, alacaklıya karşı sebepsiz zenginleşmeden doğan dava hakkı saklıdır.

Kira sözleşmelerinde kefilin sorumluluğu:

“Davalılardan kefil F. K.’ın temyiz itirazlarına gelince; Taraflar arasında 01.06.2003 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi düzenlendiği hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davalı borçlulardan F. K. kira sözleşmesini müşterek müteselsil kefil sıfatıyla imzalamıştır. Davacı alacaklı, davalı kiracı şirket ve kefil aleyhine 13.11.2009 tarihinde başlatmış olduğu icra takibi ile Ocak/2007 ile Haziran/2014 ayları arası toplam 52.500-TL asıl alacak ile 7.378,76-TL işlemiş faizin tahsilini istemiştir. Müteselsil kefaleti düzenleyen T.B.K.nun 586.maddesiyle kefalette şekil şartını düzenleyen 583.maddesi hükmüne göre kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe kefalet geçerli olamaz. Müteselsil kefilin sorumluluğu kira sözleşmesindeki ilk yıl için geçerlidir. Yenilenen dönemlerde de sorumlu tutulabilmesi için kefalet süresi ile kefil olunan miktarın açıkça kararlaştırılması gerekmektedir. Davacının dayandığı kira sözleşmesinde de kefilin sorumlu olduğu süre ve kefalet miktarı açıkça kararlaştırılmadığına göre yenilenen döneme ait kira parasından kefilin sorumlu tutulması doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.”( YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E. 2015/940, K. 2015/11221, T. 17.12.2015)

Kefaletin Sona Ermesi:

  1. Hangi sebeple olursa olsun, asıl borç sona erince, kefil de borcundan kurtulur.
  2. Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Kefalet, on yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak on yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilir.
  3. Gelecekte doğacak bir borca kefalette, borçlunun borcun doğumundan önceki mali durumu, kefalet sözleşmesinin yapılmasından sonra önemli ölçüde bozulmuşsa veya mali durumunun, kefalet sırasında kefilin iyiniyetle varsaydığından çok daha kötü olduğu ortaya çıkmışsa, kefil alacaklıya yazılı bir bildirimde bulunarak, borç doğmadığı sürece her zaman kefalet sözleşmesinden dönebilir. Kefil, alacaklının kefalete güvenmesi sebebiyle uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür.

 

Av. Aliye Gökçe GÖKER 

 

 

 

 

 

İŞ SÖZLEŞMESİNİN GEÇERLİ NEDENLE FESHİ

 

4857 sayılı İş Kanunu’na iş güvencesi kavramının girmesiyle haklı nedenle fesih ve geçerli nedenle fesih ayrımı ortaya çıkmıştır. Bu ayrımın önemi iş sözleşmesi sona erdirilmesinde sürede ve iş sözleşmesi sona erdirildikten sonraki edimlerde de önem kazanmaktadır.

Feshin geçerli sebebe dayanması İş Kanunu madde 18’de yer almaktadır. Bu maddede şartları belirtilmiştir.’’ Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.’’

İşvereninin iş sözleşmesini geçerli nedenle feshinde işçi, kıdem ve ihbar tazminatını alır.

T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2007/14449 K. 2008/7571 T. 7.4.2008

’’Somut olayda davacının daha önce aynı şekilde yapmakla ödevli olduğu görevleri yerine getirmediğine ilişkin bir tutanak, ihtar yazısı veya tanık ifadeleri mevcut değildir. Dosyada bulunan tanık beyanları ve yazılı delliller değerlendirildiğinde akdin işverence geçerli nedenle feshedildiği kabul edilebilir. Gerçekleşen eylem haklı fesih nedeni oluşturacak ağırlıkta olmamakla birlikte işyerinin normal işleyişini ve yürüyüşünü bozan iş görme borcunun gerektiği şekilde yerine getirilmesini engelleyen hallerden olup geçerli fesih nedeni oluşturmaktadır. Bu fesih şeklide işçinin kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanmasına engel teşkil etmemektedir. Bu sebeple ihbar ve kıdem tazminatı isteklerinin hüküm altına alınması gerekirken yazılı gerekçe ile reddedilmesi hatalıdır.’’

İşverenin, geçerli fesih sebebini işçiye yazılı olarak açık ve kesin bildirmesi gerekir. Bildirimin ardından makul bir sürede iş sözleşmesini feshedebilir. Bunun için kesin bir süre kanunda belirtilmemiştir.

İşverenin geçerli feshindeki dayandığı sebep, haklı fesihteki sebeplerden  daha hafif niteliktedir. Örneğin; Yargıtay bir kararında işçinin işyerinde amirleri ile sorunlar yaşaması, sık sık rapor alması ve toplantılara katılmamasının geçerli fesih nedeni sayılmıştır.

Bir fesih haklı olmasa da geçerli olabilmektedir. Örneğin; aynı eylemde bulunan işçiler arasında bir işçinin iş sözleşmesinin feshedilmemesi, eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile feshi haksız kılsa da işyerinde olumsuzluklara yol açmış ise geçerli fesih durumunu etkilemeyecektir.

Bundan anlayacağımız feshin geçerli fesih kabul edilmesi halinde işe iade istemi mahkeme tarafından reddedilir ancak işçi ayrı bir dava ile kıdem ve ihbar tazminatlarını talep edebilir.

Haklı feshi inceleyecek olursak; işverenin, iş sözleşmesini haklı nedenle feshinde, kıdem ve ihbar tazminatını hak edemez. 

Haklı nedenle fesih sebepleri  İş Kanunu 25. Madde de sayılmıştır. Ayrıca yasada feshin süresi kesin olarak belirlenmiştir.  

T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2016/17414 K. 2017/12165 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin (II) numaralı bendinde, ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan haller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığı halinde, işverenin iş sözleşmesini haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine değinilen bendin (e) alt bendinde, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan işçi davranışlarının da işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere yasadaki haller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkânı tanımaktadır. Yargıtay sayılan sebepleri geniş yorumlamıştır.

Kişiler feshin, geçerli veya haklı nedene dayanmadığını düşünüyorlarsa  fesih tarihinden bir aylık süre içerinde işe iade davası açmaları gerekir. 

Bu hususlara dikkat edilmesi hem işveren hem de işçi için oldukça önemlidir. İstenmeyen sonuçların doğmaması ve taraflar için hak kaybının ortaya çıkmaması için iş sözleşmesinin sona erdirilmesi sürecinin bir avukat ile yürütülmesi çok büyük önem taşımaktadır.

İHTİYATİ HACİZ – ŞARTLARI – USUL VE İHTİYATİ TEDBİRDEN FARKLARI

iHTİYATi HACiZ NEDiR?

İhtiyati haciz, alacaklının para alacağının zamanında ödenmesinin güvence altına alınması için borçlunun mallarına geçici olarak mahkeme kararı ile el konulmasını sağlayan geçici bir hukuki korumadır. İhtiyati haciz talebi ayrı ve tek bir dava ile istenebileceği gibi, alacağa ilişkin açılan davada da talep edilebilir. Bazı durumlarda alacağın icra yoluyla tahsili talep edilmeden önce dahi ihtiyati haczi talep edilebilir.

 

 İHTİYATİ HACİZ HANGİ ŞARTLARDA TALEP EDİLEBİLİR?

  1. Alacağın rehin ile teminat altına alınmamış olması gerekir.

İcra İflas Kanunu 45. Maddesi ile rehin ile teminat altına alınmış alacaklar için öncelikle rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapılması gerektiği kuralı getrilmiştir. Maddenin devamında bu kuralın istisnaları belirtilmiş ve direk haciz talep edilebilecek haller sıralanmıştır. Bu maddedeki istisnalar ihtiyati haciz bakımından da geçerlidir. Aşağıda belirtilen hallerde alacak rehin ile teminat altına alınmış olsa dahi ihtiyati haciz kararı alınabilmektedir.

  • Rehinin tutarı borcu ödemeye yetmezse, alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yoluyla takip edebilir ve ihtiyati haciz talep edebilir.
  • Konut finansmanından kaynaklanan rehinle temin edilmiş alacaklar ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının rehinle temin edilmiş alacaklarının takibinde, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılabilir veya haciz/ihtiyati haciz yoluna başvurulabilir.
  • İpotekle temin edilmiş faiz ve senelik taksit alacaklarında, alacaklı isterse rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılabilir veya haciz/ihtiyati haciz yoluna başvurulabilir.
  • Kambiyo senedine dayalı alacak için ipotek verilmiş olsa dahi ihtiyati haciz kararı verilebilir. (m.167)
  • Müşterek borçlu müteselsil kefiller yönünden kefil oldukları miktar için ayrıca kefaletin rehinle teminatı söz konusu değilse; (rehnin kefille bir ilgisi yoksa) bu kişiler hakkında ihtiyati haciz kararı verilmesi mümkün görülmektedir.

 

2. İhtiyati haciz; kural olarak vadesi gelmiş alacaklar için talep edilebilir.

 Alacağın vadesinin gelmiş olması yeterlidir. Borçlunun temerrüde düşürülmesi şartı aranmaz.

 3. Vadesi gelmemiş alacaklar için ancak aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz talep edilebilir.

  •  Borçlunun belli yerleşim yeri (kendisine ulaşılabilecek bir adresi) yoksa,
  • Borçlunun taahhütlerinden kurtulmak amacıyla mallarını gizlemeye, kaçırmaya veya kendisi kaçmaya hazırlanır veya kaçar, bu amaçla alacaklının haklarını ihlal eden hileli işlemlerde bulunursa.

Bu hallerin varlığını ispat yükü alacaklıdadır.

Ancak bu hallerde; yani vadesi gelmemiş alacağa ihtiyati haczi konulduğunda, borç; yalnız borçlu hakkında vadesi dolmuş hale gelir. Kısaca bu hüküm sadece borçlu için uygulanır (Örneğin kefil hakkında uygulanmaz.) .

4. Gemilerin ihtiyaten haczettirilebilmesi için alacağın “deniz alacaklarından” olması gerekir. Deniz alacağı dışında gemilerin üzerine ihtiyati haciz konulamaz.

 

 İHTİYATİ HACİZ TALEBİNDE USUL

  • Yetki: İhtiyati haciz talebi; HMK yetki kurallarına göre belirlenecek mahkemede görülür. Bu yetki kesin yetki olmayıp; karşı tarafça itiraz edilmediği sürece hakim tarafından re’sen dikkate alınamaz. İhtiyati hacizin ayrı bir dava olarak değil alacak davası sırasında istenmesi durumunda; yetkili mahkeme asıl davaya bakan mahkemedir.

 

  • Görev: Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun göreve ilişkin kuralları kıyasen uygulanır. İhtiyati haciz davalarında genel olarak Asliye Hukuk Mahkemelerinin, ticari davalarda ise Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğu kabul edilmektedir.

“İhtiyati hacizde hangi mahkemenin görevli olduğu İİK’nun 258’inci maddesinde açıkça belirtilmemiştir. Bu maddede sadece genel olarak mahkemeden söz edildiğine göre, görev konusunda HMK’nun göreve ilişkin hükümleri (m.1-4) uygulanacaktır. Sulh hukuk mahkemesinin görevi, HMK’nun 4’üncü maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddede sulh hukuk mahkemesine basit yargılama usulüne tabi dava ve işleri görme görevi verilmemiştir. HMK’nun 2’nci maddesinin 2’nci fıkrasında, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Ticari davalarda ise özel kanun hükümleri uyarınca (TTK m.4,5) ticaret mahkemesi görevlidir.” T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2014/4670 K. 2014/7803 T. 22.4.2014)

  • İspat: İhtiyati haciz kararı verilmesi için yaklaşık ispat yeterli olup; alacağın vadesi gelmişse ve ilk bakışta alacaklının haklılığı anlaşılıyorsa (örneğin vadesi gelmiş ve ödenmemiş bir bononun varlığı) ihtiyati hacze karar verilebilir. Vadesi gelmeyen alacaklar hakkında özel durumların varlığını ispat yükü alacaklıdadır. Borçlunun gerçekten borcunun bulunup bulunmadığının incelenmesi, karara itiraz edilmesi halinde incelenen bir husustur.

 

  • Teminat:  İhtiyati hacizisteyen alacaklı, hacizde haksız çıktığı takdirde borçlunun ve 3. şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesuldür ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 87. maddesinde yazılı teminatı vermeye mecburdur.

Mahkeme alacaklıya temimatı yatırması için süre verir ve bu süre içerisinde teminat yatırılmazsa ihtiyati haciz kararı geçerlilik kazanmaz.

Ancak; alacak bir ilama dayalı ise teminat aranmaz.

Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya dayanıyorsa mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.

Haksız ihtiyati hacizden doğan tazminat davası ihtiyati haczi koyan mahkemede dahi görülür.

 

  • Mahkeme iki tarafı dinleyip dinlememekte serbesttir. Dosya üzerinden de karar verilebilir.

 

  •  İhtiyati haciz zamanaşımını kesmez. “Takipten önce tapuya ihtiyati haciz şerhi konulması bir icra işlemi değildir. Bu sebeple zamanaşımını kesmez.” (T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

 

  •  İflas ertelemesi sırasında: Mahkemeden ihtiyati haciz yapılamayacağı yönünde bir tedbir kararı alınmadıkça, alacaklı; ihtiyati haciz talebinde bulunabilir. İflas ertelemesi kararı verilmesi de ihtiyati haciz kararı alınmasına engel değildir. Ancak bu halde haczedilenler muhafaza altına alınamaz ve ihtiyati haczin kesin hacze dönüştürülmesi için aranan süreler iflas ertelemesi kararı sonuna kadar işlemez.

 

iHTİYATi HACZiN YERiNE GETiRiLMESi          

İhtiyati hacizde borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulduğundan, ihtiyati haciz kesin ( icrai ) hacze çevrilip, takip kesinleşmeden, alacaklı, ihtiyaten haczedilen malların satılmasını ve bedelinin kendisine ödenmesini isteyemez.

Alacaklı, ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın uygulanmasını, yani hacizlerin konulmasını istemek zorundadır. Bu süre içerisinde talepte bulunulmazsa; ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar.

Bununla birlikte; ihtiyati haczin kesin hacze dönüştürülmesini sağlamak amacıyla alacaklıya belli bir süre verilmiştir. Yasal düzenlemeye göre; ihtiyati haciz, dava (alacak vs.) açılmadan veya icra takibine başlanmadan önce konulmuşsa; alacaklı, İhtiyati haczin uygulanmasından (alacaklının yokluğunda yapılan hacizlerde haciz tutanağının kendisine tebliğinden) 7 gün içerisinde,

  • İlamsız takip açılacaksa icra veya iflas takibi talebinde bulunmak zorunda veya
  • Dava açılıp sonuca göre ilamlı icraya başvurulacaksa, davayı açmak durumundadır.
  • Bu süre gemilerin ihtiyaten haczinde 1 aydır.

İhtiyati haczin takibe konu edilmesinde dava süreleri farklıdır. Şayet borçlu ödeme emrine itiraz ederse; Alacaklı, itirazın kendisine tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyebilir veya dava açabilir. İcra Mahkemesi itirazın kaldırılması talebini reddederse; alacaklının dava açma süresi tefhim veya tebliğden itibaren 7 gündür.

Ayrıca; dava esnasında ihtiyati haciz kararı verildiyse veya karardan sonra süresinde asıl (alacak) dava açıldıysa; esas hakkında verilecek hüküm, tebliğden itibaren 1 ay içerisinde takibe konu edilmelidir. 10 yıllık karar zamanaşımı süresi burada 1 aya düşürülmüştür.

Yukarıda belirilen süreler geçirilirse; ihtiyati haciz hükümsüz kalır.

 

İHTİYATİ HACZİN KESİNLEŞMESİ

 Borçlu, kendisine gönderilen ödeme emrine yasal süresi içerisinde itiraz etmez, haczi kabul eder, veya mahkeme itirazı kesin olarak kaldırırsa yahut iptal ederse; ihtiyati haciz kendiliğinden kesinleşir ve normal hacze dönüşür.

 

iHTiYATi HACiZ KARARINA iTiRAZ

İhtiyati hacze itiraz edilebilmesinin ön şartı, kararın borçlu dinlenmeden verilmiş olmasıdır. Duruşma açılarak dinlenen borçlunun itiraz hakkı bulunmamaktadır.

Borçlu; ihtiyati haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı, huzurunda yapılan hacizlerde haciz tarihinden; aksi durumda haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içerisinde mahkemeye başvurarak itiraz edebilir. Yukarıda sayılan itiraz sebepleri sınırlı olup; örneğin bononun sahteliği iddiası ile ihtiyati haciz kararına itiraz edilemez.

Kendi menfaatinin ihtiyati haciz nedeniyle zedelendiği iddiasında olan 3. Kişiler de yetki itirazı dışındaki sebeplerle öğrenmelerinden 7 gün içerisinde mahkemeye itirazda bulunabilirler.

Mahkeme itirazı duruşmalı olarak inceler ve karar verir. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Öncelikle incelenerek verilen istinaf mahkemesi kararı kesindir.

 

İHTİYATİ HACİZ İHTİYATİ TEDBİRDEN FARKLIDIR.

  •  “Amaç bakımından : ihtiyati tedbir, aynı uyuşmazlık konusu olan taşınır veya taşınmaz malların devrinin önlenmesi, dava sonuna kadar aynen muhafaza edilmesi veya bir tehlike yahut zararın önlenmesi amacıyla H.M.K. nun 389 vd. maddelerinde öngörülen durumlarda başvurulan bir yol olduğu halde, ihtiyati haciz, bir alacağın tahsilini temine sağlayan bir vasıtadır. İhtiyati hacizde, ihtiyaten haczedilen mal ve haklar, alacaklının açtığı veya yaptığı veya açmayı yahut yapmayı düşündüğü dava veya icra takibinin konusu değildir. Halbuki ihtiyati tedbirde, hakkında tedbir kararı alınan şey, esasen asıl davanın konusudur.”  (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

Yani İhtiyati tedbir; davaya yani uyuşmazlığa konu mal üzerine konulmakta, ihtiyati haciz ise; alacaklının para alacağının tahsilini temin etmek üzere borçlunun herhangi bir malı (hakkı veya alacağı) üzerine konulabilmektedir.

  • “Konuları bakımından:  ihtiyati haciz sadece taşınır ve taşınmaz mallarla alacak ve haklara dair olabildiği halde, ihtiyati tedbirin konusu daha geniştir. Gerçekten ihtiyati hacze konu teşkil eden şeyler dışında bir şeyin yapılması veya yapılmamasına dair fiil ve hareketler ile bir şeyin teslimi veya bir paranın ödenmesi veya ödenmemesi gibi yükümlülükler de ihtiyati tedbirin konusu teşkil ederler.” (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

 

  • Sonuçları bakımından:  ihtiyati haciz kararından sonra alacaklı borçlu hakkında mutlaka dava açmaya mecbur olmayıp icra takibinde de bulunabildiği halde ( İ.İ.K.madde 264 ) ihtiyati tedbir kararı alan kimse mutlaka süresi içinde dava açmak zorundadır. “ (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-1791 K. 2013/1676 T. 20.12.2013)

İŞÇİNİN İŞVERENİ İBRASI – İBRANIN GEÇERLİLİĞİ

Türk Hukukunda ibra sözleşmesi; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Yasanın 132inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” denmektedir. Bu maddede ibra sözleşmesinin genel tanımı yapılmış, ancak işçi-işveren arası yapılacak ibralar açısından özel düzenleme getirilmiştir.

İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi Kanunu’nun 420 inci maddesinde öngörülmüştür. İşveren ile işçi arasında düzenlenen geçerli bir ibraname metninde kararlaştırılan ödeme eksiksiz yapılırsa; tarafların belirtilen alacak kalemleri yönünden ibra edilmesi, yani bu hususta başkaca talepte bulumayacaklarını kabul ettikleri anlamına gelir.

MADDE 420

“Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.

İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.

Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.

İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.”

 

İŞÇİ – İŞVEREN ARASINDA DÜZENLENEN İBRANAMENİN GEÇERLİLİK KOŞULLARI:

 1- İBRANAME YAZILI OLMALIDIR.

Yazılılık koşulu ile ilgili özel bir düzenleme yapılmamış olup; bilgisayar çıktısı, el yazısı veya noter aracılığı ile düzenlenmesi yeterli kabul edilmektedir.

İbraname içeriği ile imzaların arasında fazla boşluk bırakılmaması ve matbu evraklar kullanılarak boşlukların doldurulma suretiyle ibraname düzenlenmemesi ibranamenin geçerliliği ve sağlıklı olması açısından önemlidir.

 

2- İBRA KONUSU ALACAĞIN TÜRÜ VE MİKTARI AÇIKÇA GÖSTERİLMELİDİR.

 

  • İbranamede yer almayan alacaklar varlığını sürdürür.

 

  •     “ Dava, iş kazası nedeniyle ölen sigortalının yakınlarının uğradığı zararların tazmini istemine ilişkindir. Somut olayda davalı tarafça mahkemeye ibraz edilen noterde düzenlenen “ibraname-feragatname” başlıklı belge miktar içermemekte olup, söz konusu ibraname ile “meydana gelen kaza neticesinde vefat eden için tarafımıza destekten yoksun kalma tazminatı ve maddi tazminat mahiyetinde gerekli nakdi parasal yardım yapılmış olmakla, işveren tarafından maddi ve manevi tazminat mahiyetinde olmak üzere şahsımıza ödenen meblağ hususunda tam bir mutabakatla anlaşmaya varmış bulunmaktayız. Bu bağlamda, maddi ve manevi tazminat mahiyetinde tarafımıza ödenen meblağın haricinde işveren sıfatına haiz şahıs ile sahibi ve ortağı bulunduğu şirketten herhangi hak ve alacak talep etmeyeceğimizi beyan eder, iş bu husus ile ilgili olarak kendisini ve sahibi bulunduğu şirketi tüm serbest irademiz ile ibra ederiz” şeklindeki yapılan ödemeyi belli etmeyen sözleşmeyi işvereni borcundan kurtaran ibraname olarak nitelendirmek doğru değildir. Bu nedenle, miktar içermeyen “ibraname-feragatname” olarak adlandırılan belgeye dayalı olarak davacıların manevi tazminat isteminin reddi isabetsizdir. “ (T.C. YARGITAY HGK E. 2013/21-2293 K. 2015/1735 T. 24.6.2015)

 

  •   “ Oysa ibranamede fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücret alacakları için herhangi bir miktar belirtilmemiştir. Bu itibarla mahkemece yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak davacının fazla çalışma ile ulusal bayram genel tatil ücret alacakları hesaplanmalı, varsa bu alacaklara dair ödemeler hesaplanan alacaklardan mahsup edilerek davacının fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil alacağı olup olmadığı tespit edilmelidir. Mahkemece yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup davacının bu yönlere dair temyiz itirazları yerinde olduğundan Dairemiz onama kararı kaldırılarak hüküm bozulmalıdır. (T.C. YARGITAY 7. HD E. 2016/34661 K. 2016/17866 T. 31.10.2016)

 

 

3-      İBRA SÖZLEŞMESİ, İŞ SÖZLEŞMESİNİN SONA ERMESİNDEN BAŞLAYARAK 1 AY GEÇTİKTEN SONRA YAPILABİLİR.

  •  Bahsi geçen 1 aylık sürenin amacının iş sözleşmesinin taraflarını korumak olduğu belirtilmektedir.

4857 Sayılı İş Kanununun 19. maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir.” (YARGITAY HGK E. 2015/9-459 K. 2017/220 T. 8.2.2017)

  • İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez.” (TC.YARGITAY HGK E. 2015/7-2567 K. 2017/543 T. 22.3.2017)

 

  • 1 aylık süre ibranamenin düzenlenmesi ile ilgili olup; ödemeye engel teşkil etmez. Ayrıca; belirtilen kısıtlamalar işverenin işçiye olan borçlarına ilişkin olup; işçinin işverene olan borçları konusunda ibranamede bu şartlar aranmayacaktır.

“Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.

6098 Sayılı Kanun’un ilgili maddesinde işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi de ödemeye dair ispat sorunlarını ortadan kaldırabilecektir. Sözü edilen kanuni düzenleme sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.” (T.C. YARGITAY HGK E. 2014/22-2418 K. 2017/319 T. 22.2.2017)

  • Bahsi geçen 1 aylık sürenin arabuluculuğa başvurmada da dikkate alınması gerektiği yönünde kararlar bulunmaktadır.

“Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinin ikinci fıkrasında “…ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.” düzenlemesine yer verilmiştir. 6098 sayılı TBK.’un bu düzenlemesi emredici niteliktedir. Bu düzenleme nedeni ile işveren ve işçi arasında, işçilik alacakları konusundaki uyuşmazlığa ilişkin arabuluculuk tutanağının düzenlendiği tarih ve ibra beyanının içeriği dikkate alındığında, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri bir zamanda uyuşmazlık konusu olmadan ve işçinin başvurusu bulunmadan ibra niteliğinde arabuluculuk tutanağı düzenlemişlerdir. Alınan bu ibra niteliğindeki tutanak, tarih ve içeriği itibari ile arabuluculuğa ve niteliği itibari ile de cebri icraya elverişli değildir.” (T.C. YARGITAY 9. HD E. 2016/25300 K. 2016/21744 T. 8.12.2016)

4-                  ÖDEMENİN HAK TUTARINA NAZARAN NOKSANSIZ VE BANKA ARACILIĞIYLA YAPILMASI GEREKMEKTEDİR.

  • İbraname diğer şartlar yönünden geçersiz olsa dahi; işçilik alacağına ilişkin banka aracılığı ile bir ödeme yapılmışsa, bu ödeme makbuz hükmündedir.

“..iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağından anılan ibraname bu hüküm nedeniyle geçersizdir. Sadece ödenen miktarlar bakımından makbuz niteliğindedir.Bu durum karşısında davacının varsa prim alacağının hesaplanıp hüküm altına alınması gerekir. Geçersiz ibranameye dayanılarak davanın reddine karar verilmesi hatalıdır.

Ancak; bu ödemenin makbuz hükmünde olması için dahi; ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.”( T.C. YARGITAY 9. HD E. 2014/18162 K. 2015/30972 T. 3.11.2015)

  • Banka dışı yapılan ödemeler her ne kadar ibranameyi geçersiz kılsa da; borç ifa nedeniyle kısmen veya tamamen sona erdirilebilir.

“6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur.” (T.C. YARGITAY 9. HD E. 2014/18162 K. 2015/30972 T. 3.11.2015)

 

 5- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN SAVUNMA, İŞYERİNDE MEVCUT KAYITLAR İLE İBRANAME ARASINDA ÇELİŞKİ BULUNMASI HALİNDE İBRANAME GEÇERSİZ KABUL EDİLEBİLİR.

  • “Eldeki davada, davacı işçi tarafından itirazsız olarak imzalanan 07.03.2012 tarihli ibranameye göre, davacının istifa etmek suretiyle işten ayrıldığı, ibranamede miktar belirtmeksizin genel tatil ücretlerinin tamamını aldığı belirtilmiş ise de davalı vekili tarafından sunulan cevap dilekçesinde davacının herhangi bir genel tatil çalışmasının olmadığı beyan edilmiştir.Dolayısıyla ibraname bu yönüyle savunma ile çeliştiğinden genel tatil ücreti alacağı yönünden anılan ibranameye değer verilemez. “ (TC. YARGITAY HGK E. 2015/7-2567 K. 2017/543 T. 22.3.2017)

 

  •  Bazı hallerde ibranamenin bir kısmı geçersiz kalırken diğer bir kısmı geçerliliğini sürdürebilir.

“İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir. Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir.” (T.C.YARGITAY 22. HD E. 2015/12671 K. 2016/17364 T. 13.6.2016)

 

6- İŞÇİNİN YASAL HAKLARINI SAKLI TUTTUĞUNA DAİR İHTİRAZİ KAYDA YER VERMEMİŞ OLMASI GEREKİR.

“Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir.” T.C. YARGITAY HGK  E. 2017/9-2096 K. 2017/895 T. 3.5.2017)

 

7- 6098 SAYILI KANUN’UN YÜRÜRLÜĞE GİRMEDİĞİ DÖNEM İÇİN İBRANAMENİN GEÇERLİLİĞİ SORUNU, YARGITAY’IN KONUYLA İLGİLİ İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMELİDİR.

Feshi izleyen bir aylık süre içinde ibraname düzenlenememesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılması zorunluluğu 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenecek ibra sözleşmeleri için geçerlidir.

 

8- İBRANAMEYE İLİŞKİN DÜZENLEME HİZMET SÖZLEŞMESİNDEN DOĞAN BÜTÜN HAKLAR YÖNÜNDEN UYGULANIR.

“Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.” T.C. YARGITAY HGK E. 2015/9-459 K. 2017/220 T. 8.2.2017)