tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Kas 16, 2017 |
Miras bırakanın ölümünden sonra miras açılır ve terekenin aktifi ve pasifi kendiliğinden mirasçılara geçer. Bu andan itibaren mirasçılar, miras bırakanın tüm alacak ve borçlarından sorumlu olurlar. Hatırlatmak gerekir ki, mirasçılar miras bırakanın borçlarından yalnız tereke ile değil, kendi şahsi mal varlıkları ile de sorumlu olurlar.
Bazen mirasın pasifi yani borçları aktifinden fazla olur, böyle bir durumda mirasçı terekenin borçlarını ödeyemeyebilir veya bu borcu yüklenmek istemeyebilir.
Bu tarz bir durumla karşı karşıya gelmek istemeyen mirasçılar için, kanun koyucu yasal ve atanmış mirasçılara mirası kabul etmeme imkanı sağlamıştır (TMK md. 605-618). Yasal ve atanmış mirasçıların terekenin tüm alacak ve borçlarıyla beraber bütün hak ve yükümlülüklerini reddemesine; mirasın reddi denir.
Mirasın reddi iki yolla olabilir. Bunlar :
1- Gerçek red
2-Hükmi red
1-MİRASIN GERÇEK REDDİ:
Mirası reddetmek isteyen yasal veya atanmış mirasçılar, görevli ve yetkili mahkemeden bunu sözlü veya yazılı olarak talep etmelidirler. Mirasın reddinde görevli ve yetkili mahkeme miras bırakanın son yerleşim yerindeki Sulh Hukuk Mahkemesi’dir. Bu yetki kesin yetkidir.
“…İstem, mirasın gerçek reddine (TMK. 605/1 md.) ilişkindir. Mirasın reddi istemi, mirasın açıldığı yerin Sulh Hukuk Mahkemesinde mirasçı tarafından sözlü veya yazılı beyanla bulunulabilir. Buradaki yetki kesin olup, miras bırakanın son yerleşim yerindeki Sulh Hukuk Mahkemesi görevli ve yetkili mahkemedir…” (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E. 2013/7783 , K. 2013/9629 , T. 21.6.2013)
Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine mal eden mirasçı, mirası reddedemez.(TMK md. 610/2)
Mirası reddetmek isteyen mirasçılar mirasın tümünü reddetmelidirler. Mirasın bir kısmının reddedilmesi mümkün değildir.
Yasal Veya Atanmış Mirasçıların Mirası Reddebilmesi İçin Şu Koşullar Gereklidir:
- Mirası reddetmek isteyen mirasçılar tek taraflı irade beyanında bulunmalıdırlar. Mirasçının mirası reddedebilmesi için fiil ehliyetine sahip olması gerekir. Fiil ehliyetine sahip olmayanların ise yasal temsilcileri bu işlemi gerçekleştirebilirler.
- Red beyanı 3 aylık hak düşürücü süre içinde yapılmalıdır. Üç aylık hak düşürücü süre yasal mirasçılar için miras bırakanın ölümününden veya mirasçı olduklarını öğrendikleri tarihte başlar. Atanmış mirasçılar için ise ,bu süre mirasçı olduklarını öğrendikleri tarihte başlar. Yapılan red sonucunda miras daha önceden mirasçı olmayan kişilere geçerse, TMK md. 608/3’e göre bu kişiler için ret süresi, önceki mirasçılar tarafından mirasın reddedildiğini öğrendikleri tarihten işlemeye başlar.
Mirası Red Süresi Uzatılabilir Mi?
Önemli sebeplerin varlığı halinde hakim, yasal ve atanmış mirasçılara tanınmış olan ret süresini uzatabilir veya yeni bir süre tanıyabilir. (TMK md. 615)
- Red beyanı kayıtsız ve şartsız olmalıdır. Kayıta veya şarta bağlanmış olan red beyanları geçersiz sayılır. (TMK md. 609/2)
Mirasçılar tarafından yapılan sözlü veya yazılı red beyanını Sulh Hukuk Mahkemesi hakimi bir tutanakla tespit eder. Burada hakimin asli görevi red beyanın süresinde yapılıp yapılmadığını ve red beyanında bulunan kişilerin mirasçı olup olmadığını belirlemektir. Bu şartlar gerçekleşiyorsa hakim red beyanını tescil etmelidir.
“…Böyle bir davada sulh hakiminin görevi, reddin süresinde olup olmadığı ve reddedenin mirasçılık sıfatı bulunup bulunmadığını incelemek, süre koşulu ile mirasçılık sıfatının gerçekleşmesi halinde ise, red beyanını tespit ve tescil etmekten ibarettir…” (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E. 2013/23635 , K. 2014/15790 , T. 12.9.2014)
Sulh Hukuk hakimince tescil yapıldıktan sonra, mirası reddetmiş olan mirasçılar, reddin iptalini tek taraflı olarak talep edemezler. Ancak Borçlar Kanunu’nda sayılan irade bozukluğu hallerden biri mevcutsa mahkemeye başvurarak iptal talebinde bulunabilirler.
2-MİRASIN HÜKMEN REDDİ:
Ölümü tarihinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır. (TMK md. 605/2)
Yasa hükmünden de anlaşılacağı üzere mirasın hükmen reddi herhangi bir süreye bağlanmamıştır.
“…Mirasın hükmen reddi bir süreye tabi olmayıp, mirasçılar, alacaklılara karşı açacakları tespit davası ile terekenin borca batık olduğunun tespitini her zaman isteyebilecekleri gibi, mirasçılara karşı açılacak davada defi olarak da her zaman terekenin borca batık olduğu ileri sürülebilirler…”(YARGITAY 21. Hukuk Dairesi E. 2016/9919, K. 2017/5923, T. 10.7.2017)
Mirasın hükmen reddinin koşulu, murisin ölümü tarihindeki borçlarının, alacakları ve tüm hakları da dahil olmak üzere mal varlığından fazla olmasıdır.
Mirasın hükmen reddinden bahsedebilmek için aranan şart, mirasın borca batıklığı, murisin ölümü tarihinde söz konusu olmalıdır. Borca batıklığın resmen tespit edilmiş veya tespit edilebilir olması gerekmektedir.
Murisin malvarlığının borçlarını karşılayamayacak durumda olduğu, mirasçıları tarafından biliniyor ise mirasçılar mirasın hükmen reddini talep edebilir.
MİRASI REDDEDEN MİRASÇININ ALT SOYUNUN DURUMU:
Yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi, hak sahiplerine geçer.
“….Mirasbırakan 13.07.2009 tarihinde bekar ve çocuksuz olarak ölmüş, yasal mirasçı olarak annesi, kardeşleri Yurdanur ve Aynur ile kendisinden evvel vefat eden kardeşi Naci’nin oğlu Okan kalmıştır. Yasal mirasçılarından kız kardeşleri Yurdanur ve Aynur, mirası kayıtsız şartsız reddetmişlerdir. Mirası reddedenlerin payı, miras açıldığı zaman sağ değillermiş gibi, kendi alt soylarına geçmiştir ( TMK.md.611 ). Ret sebebiyle miras açıldığı andan itibaren Yurdanur ve Aynur, yasal mirasçılık sıfatlarını yitirdiklerinden bunların eşleri hiçbir zaman mirasçı olamazlar. Yasal mirasçılık sıfatı bulunmayanların ise mirası ret hakkı yoktur. Bu bakımından, mahkemece verilen ret kararı, davalı Hasan ve Necabettin yönünden açıklanan sebeple sonucu itibarıyla usul ve yasaya uygun olup, adı geçen davacıların temyiz itirazları bu sebeple yerinde görülmemiştir.
Davacılardan Tevfik ve Bülent, mirası reddeden Yurdanur’un alt soyu, Onur Murat ve Eda ise mirası reddeden Aynur’un alt soyudur. Ret sonucunda miras daha önce mirasçı olmayanlara geçerse, bunlar için ret süresi, önceki mirasçılar tarafından mirasın reddedildiğini öğrendikleri tarihten işlemeye başlar ( TMK.md.608/3 ). O halde, öğrenme tarihine yönelik deliller toplanarak sonucuna göre reddin süresinde olup olmadığının tespiti gerekir. Bu husus gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi E. 2011/2321, K. 2012/8265, T. 3.4.2012)
MİRASIN REDDİNİN SONUÇLARI:
En yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras, sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilir.Tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verilir.
Mirasçılar, mirası reddederken, kendilerinden sonra gelen mirasçılardan mirası kabul edip etmeyeceklerinin sorulmasını tasfiyeden önce isteyebilirler.Bu takdirde ret, sulh hakimi tarafından daha sonra gelen mirasçılara bildirilir; bunlar bir ay içinde mirası kabul etmezlerse reddetmiş sayılırlar.Bunun üzerine miras, iflas hükümlerine göre tasfiye edilir ve tasfiye sonunda arta kalan değerler, önce gelen mirasçılara verilir.
Av. Aliye Gökçe Göker
tarafından Av. Ayça Çakmakçıoğlu | Kas 6, 2017 |
Konusu para olan bir davanın, açılış anında alacak miktarının tam olarak tespit edilmesinin mümkün olmaması veya davayı açarken alacağın tamamının değil; bir kısmının talep edilmesi halleri mümkündür. Bu gibi durumlar Hukuk Muhakemeleri Kanununda “Kısmi Dava” ve “Belirsiz Alacak Davası” ile düzenlenmiştir.
BELİRSİZ ALACAK DAVASI NEDİR?
Belirsiz alacak davasını düzenleyen HMK 107. maddeye göre belirsiz alacak ve tespit davası;
MADDE 107– (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.
BELİRSİZ ALACAK DAVASININ ŞARTLARI
- Alacağın Miktarının veya Değerinin Tam ve Kesin Olarak Belirlenememesi
Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak belirlemesi gerçekten mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır.
Hangi hallerin imkânsız olduğu veya davacıdan beklenemeyeceği kanunda belirtilmemiş, bu hususun içinin doldurulması öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır. Örneğin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi alacaklar belirlenebilir alacaklar olarak kabul edilmektedir.
- “Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları bakımından ise, davacı, çalışma süresini, kendisine en son ödenen aylık ücret miktarını, tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri, fesihten önce kendisine tanınması gereken ihbar süresini, hak kazandığı izin süresini, çalışma süresi boyunca varsa kullanmadığı veya karşılığı ödenmeyen izin sürelerini belirleyebilecek durumdadır. Bu halde, asıl davada talep edilen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları gerçekte belirlenebilir alacaklar olduğundan belirsiz alacak davasına konu edilemezler..” (YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ E. 2016/2157 K. 2016/23186 T. 1.12.2016)
2. Alacaklının Hukuki İlişkiyi ve Asgari Değeri Gösterme Zorunluluğu
Davacının kesin bir değer belirleyememesi nedeniyle geçici bir miktar veya değerin dilekçede gösterilmesidir.
Yargıtay’ın konu ile ilgili bir kararı şu şekildedir.:
- Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve … kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00TL) gösterilmesi halinde,davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.” (T.C. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2016/12920 K. 2016/11766 T. 31.5.2016)
3. Belirsiz alacak davası, sadece para alacakları için söz konusu olur.
Konusu para olmayan eda davaları için belirsiz alacak davası açılamaz.
BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA TALEBİN ARTTIRILMASI
Belirsiz alacak davası açılabilen durumlarda, miktar ya da değerin tespit edildiği anda, alacaklı iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabilir (HMK m. 107/2).
- “Kural olarak, bir davada başlangıçta belirtilen miktar veya değerin artırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tâbidir. Bunun amacı, davacının dava açarken hakkını kötüye kullanmaması, daha özenli davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Oysa baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Davacı, sınırlama ve yasağa tâbi olmadan, sadece talepte bulunmak suretiyle yeni miktar üzerinden yargılamaya devam edilmesini isteyebilecektir. Şüphesiz, alacağın belirli hâle gelmesini müteakip ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilmişse, bundan sonra yeni bir artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü, bu hâlde belirsizlik değil, davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.” (C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)
BELİRSİZ ALACAK DAVASI 3 ŞEKİLDE AÇILABİLİR.
- Eda davası niteliğinde belirsiz alacak davası
- Tespit niteliğinde belirsiz alacak davası
- Kısmi eda külli tespit niteliğinde belirsiz alacak davası
- “Belirsiz alacak davası mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği HMK’nun 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine HMK’nun 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.” (T.C. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2016/12920 K. 2016/11766 T. 31.5.2016)
KISMİ DAVA NEDİR?
Hukuk Muhekemeleri Kanunu’nda kısmi dava şu şekilde düzenlenmiştir:
MADDE 109– (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.
Maddesinin 2. Fıkrası olan “(2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz.” Kuralı 2015 yılında yürülükten kaldırılmıştır.
KISMİ DAVANIN ŞARTLARI
Davacının aynı hukukî ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek açtığı davaya kısmî dava denir. Kısmî dava niteliği itibariyle bölünebilir talepler için söz konusudur. Bölünebilir taleplerde, bu talebin bir bölümü dava edilip diğer kısmı dava dışında bırakılmaktadır. (T.C.YARGITAY HGK E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)
- Talep konusu niteliği itibarıyla bölünebiliyor olmalıdır.
Böylece onun sadece bir kısmının dava yoluyla ileri sürülmesi mümkün olacaktır.
2. Alacağın tamamı aynı ilişkinden doğmuş olmalıdır.
Alacağın tamamı aynı hukukî ilişkiden doğup, şimdilik sadece bir kesimi dava ediliyorsa kısmî davadan söz etmek gerekecektir.
Davacının aynı davalıdan farklı hukukî ilişkilere dayanarak birden fazla talebi varsa, bunlardan sadece birini veya birkaçını talep ederek açtığı dava kısmî dava değildir. Çünkü, davacı farklı ilişkilerden kaynaklanan alacaklarını tam olarak istemektedir.
3.Dava açılırken kısmi dava açıldığının belirtilmesi gerekmez, alacağın yalnız bir kesiminin dava edildiğinin anlaşılması yeterlidir.
Özellikle davacının “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak” veya “şimdilik alacağın belirli bir miktarını dava ettiğini” belirterek açtığı davalar kısmî dava niteliğindedir.
4. Dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması gerekmez.
Maddede, dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamasına ilişkin bir kayda yer verilmemiş olmasının, dava dışı tutulan kesim bakımından feragat edilmesi anlamına gelmeyeceği hususu açıkça hüküm altına alınmış, bu konudaki suskunluğun ileride ek dava açma imkânını ortadan kaldırmayacağına işaret edilmiştir. (T.C. YARGITAY HGK E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)
BELİRSİZ ALACAK DAVASI VE KISMİ DAVA BİRBİRİNDEN FARKLIDIR.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile alacak miktarı belirsiz olduğu durumlarda davacıya dilerse belirsiz alacak davası, dilerse de kısmi dava açabilme imkânı getirilmiştir. Belirsiz alacak davası ile kısmi dava konusu, amacı ve sonuçları bakımından birbirinden tamamen farklı iki dava türüdür.
Normal şartlar halinde, belirsiz alacak davası olarak açılan bir davaya kısmi dava olarak devam edilmesi mümkün değildir. Ancak; dilekçe içeriğinden kısmi dava olarak açıldığı belirlenen davaya kısmi dava olarak devam edilebilir.
- “Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Davacı vekilinin, dava dilekçesinde belirsiz alacak davası açtığını belirtmesine karşın, sonuç kısmında ‘fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla’ dedikten sonra alacağın bir kısmının tahsiline karar verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Dava dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu haliyle davacı tarafından kısmi dava açıldığı anlaşılmaktadır. Belirsiz alacak davası olarak açılan davaya kısmi dava olarak devam edilmesi mümkün değil ise de somut olayda; davacının kısmi dava açtığı ve dava konusu miktar taraflar arasında tartışmalı olduğundan davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının bulunduğu anlaşıldığından, yerel mahkemece işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/15-439 K. 2016/207 T. 2.3.2016)
ZAMANAŞIMI YÖNÜNDEN FARKLAR
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tümü için zamanaşımı kesilirken; kısmi dava açılması halinde sadece talep edilen kısım için zamanaşımı kesilir. Kısmi davada ıslah edilen kısım için ise ıslah tarihinde zamanaşımı kesilmektedir.
- “Davacı vekili, dava dilekçesinde müvekkilinin teknesinde meydana gelen değer kaybı sebebiyle belirsiz alacak davası açtığını belirtmek suretiyle şimdilik 1.000 TL’nin davalılardan tahsilini talep etmiş olup, değer kaybının bilirkişi marifetiyle belirlenmesi sonrası davasını ıslah etmiştir. Bu durumda davanın, 6100 Sayılı HMK’nın 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu, davacının 06.03.2015 dilekçesinin ıslah dilekçesi olmayıp, müddeabihin arttırılması niteliği taşıdığı, dolayısıyla zamanaşımı süresinin 06.03.2015 dilekçe tarihi itibariyle değil, dava tarihi itibariyle değerlendirilmesi gerekmekte olup, aksi yönde gerekçe ile arttırılan kısma yönelik talebin zamanaşımı sebebiyle reddi doğru olmamış, hükmün temyiz eden davacı yararına bozulması gerekmiştir.” (YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 2016/3914 K. 2017/2490 T. 27.4.2017)
- “ Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.” (T.C. YARGITAY 9. HD. E. 2016/26983 K. 2017/703 T. 24.1.2017)
- “Kısmi dava açılması halinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi davaya konu yapılan miktarı için kesilir. “ (TC. YARGITAY 10. HD. E. 2015/16490 K. 2017/4925)
- “Öğretide, kısmi davada dava edilmeyen alacak kesimi için, fazlaya dair hakkın saklı tutulmuş olmasının zamanaşımını kesmeyeceği kabul edilmektedir.” T.C. YARGITAY HGK E. 2017/13-582 K. 2017/942 T. 10.5.2017)
FAİZ BAŞLANGIÇ TARİHİ AÇISINDAN FARKLAR
Kısmi davada, dava dilekçesinde talep edilmeyen, ıslah edilerek talep edilen kısım için faiz başlangıç tarihi; kural olarak ıslah tarihidir.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında ise; alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıç tarihi temerrüt veya dava tarihidir. Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması durumunda ise; faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olarak kabul edilmektedir.
- “Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği HMK’nun 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 107. maddenin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır.” (T.C. YARGITAY 9. HD E. 2016/26983 K. 2017/703 T. 24.1.2017)
- “Yargılama ile alacağın belirlenen kalan kısmı ıslahveya ek dava ile talep edildiğinde arttırılan miktarlar bakımından faiz başlangıcı -kural olarak- talep tarihidir.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir.
Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır. “(T.C. YARGITAY 7. HD E. 2016/12920 K. 2016/11766 T. 31.5.2016)
tarafından Av. Ayça Çakmakçıoğlu | Eki 26, 2017 |
Miras bırakan tarafından vasiyetname düzenlenmiş ve bu şekilde belli malların belirli kişilere bırakılması gibi durumlar kararlaştırılmışsa; bu vasiyetname hükümlerinin yerine getirilmesi için vasiyetnamenin açılması gerekir. Vasiyetnamenin açılmasında izlenmesi gereken belli bir usul vardır ve bu durum Türk Medeni Kanun’un ilgili maddeleri ile düzenlenmiştir.
ÖNCELİKLE; VASİYETNAMENİN ELE GEÇİRİLDİĞİ ANDA AÇILMASI İÇİN YETKİLİ SULH HUKUK HAKİMİNE TESLİMİ GEREKMEKTEDİR.
“Mirasbırakanın ölümünden sonra ele geçen vasiyetnamesinin, geçerli olup olmadığına bakılmaksızın hemen sulh hakimine teslim edilmesi zorunludur.
Vasiyetnameyi düzenleyen veya muhafaza eden görevli ya da mirasbırakanın arzusu üzerine saklayan veya başka surette ele geçiren ya da ölenin eşyası arasında bulan kimse, ölümü öğrenir öğrenmez teslim görevini yerine getirmekle yükümlüdür; aksi takdirde bu yüzden doğacak zarardan sorumludur.
Sulh hakimi, teslim edilen vasiyetnameyi derhal inceler, gerekli koruma önlemlerini alır; olanak varsa ilgilileri dinleyerek terekenin yasal mirasçılara geçici olarak teslimine veya resmen yönetilmesine karar verir.” (TMK m. 595)
VASİYETNAMENİN AÇILMASI
Vasiyetname, mirasbırakanın son yerleşim yeri sulh hakimi tarafından kendisine teslimden itibaren 1 ay içerisinde açılıp ilgililere okunur. Burada hakim tarafından vasiyetnamenin geçerliliği kontrol edilmez.
Bilinen mirasçılar ve diğer ilgililer vasiyetnamenin açılması sırasında diledikleri takdirde hazır bulunmak üzere çağrılır. (TMK. M 596)
Tüm mirasçıların vasiyetnamenin açılmasına davet edilmesi gerekir. Bu şekilde vasiyetnameden haberdar olup itiraz haklarını kullanabileceklerdir. Bununla birlikte; mirasçılar katılmasa veya bir kısmı katılsa dahi vasiyetname açılır.
KARARIN İLGİLİLERE TEBLİĞİ GEREKİR
Vasiyetname açıldıktan sonra, mirasta hak sahibi olanların her birine gideri terekeye ait olmak üzere, vasiyetnamenin kendilerine ilişkin kısımlarının onaylı bir örneği hakim tarafından tebliğ edilir.
Nerede olduğu bilinmeyenlere vasiyetnamenin kendilerine ilişkin kısımları ilan yolu ile tebliğ olunur. (TMK. M.597)
Bu tebliğin yapılması ile vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kesinleşme süreci başlar. Vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kesinleşmesi önemlidir. Zira, tenfiz, tenkis gibi davalar bu kararın kesinleşmesinden sonra açılabilir. Şayet kesinleşmeden açılırsa; vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kesinleşmesi bekletici mesele yapılmaktadır.
MİRASÇILIK BELGESİ VERİLMESİ
Normal şartlar altında; yasal mirasçıların mirasçılık durumunu gösterir belge, sulh mahkemesi veya noterliğe yaptıkları başvuru ile kendilerine verilir.
Vasiyet nedeniyle veya mirasçı atama nedeniyle lehine tasarrufta bulunulan kişi ise sulh mahkemesine başvuru ile bu belgeyi elde edebilir. Bu belgede kendisinin atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olduğu belirtilir. Ancak; sulh hakiminden bu talepte bulunulabilmesi için mirasçı atamaya veya vasiyete ilişkin ölüme bağlı tasarrufa mirasçılar veya başka vasiyet alacaklıları tarafından kendilerine bildirilmesinden başlayarak bir ay içinde itiraz edilmemiş olması gerekir. Bahsi geçen bildirim, vasiyetnamenin açılmasına ilişkin kararın kendilerine tebliğidir. Bu tarihten 1 ay geçmekle karara itiraz hakkı ortadan kalkacağından; vasiyetnamenin açılmasına ilişkin karar kesinleşmiş olacaktır.
Her iki durumda da, mirasçılık belgesinin geçersizliği her zaman ileri sürülebilir.
Ölüme bağlı tasarrufun iptaline ilişkin dava hakkı saklıdır. (TMK. M. 598)
tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Eki 16, 2017 |
Olağan zamanaşımı ile mülkiyeti kazanma Medeni Kanun madde 712’de işlenmiştir .
Medeni Kanun madde 712 “Geçerli bir hukuki sebep olmaksızın tapu kütüğüne malik olarak yazılan kişi, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini davasız ve aralıksız olarak on yıl süreyle ve iyiniyetle sürdürürse, onun bu yolla kazanmış olduğu mülkiyet hakkına itiraz edilemez.”
Olağan zamanaşımı ile kazanma, yalnızca tapu kütüğüne kaydedilmiş taşınmazlar için geçerli bir kazanma yoludur. Ancak kamu malı niteliğinde olan taşınmazlar madde kapsamı dışında tutulmuştur.
Taşınmazı olağan zamanaşımı ile kazanımda gerekli şartlar:
- Yolsuz tescil ile taşınmaza zilyet olma:
Bu madde hükümlerinin uygulanabilmesi için taşınmaza zilyet olanın,o taşınmazın tapu kütüğündeki yaprağına yolsuz tescile dayanarak yazılmış olması gerekir. Yolsuz tescil; kanunların öngördüğü usullere uymayan bir işleme dayandırılarak oluşturulan sicillerdir. Yolsuz tescilin ortaya çıkması için sözleşmenin yasada öngörülen biçime aykırı olarak yapılması, tasarruf yetkisinin olmaması, temsilde sakatlık olması vb. gibi durumların meydana gelmesi yeterli olur.
- Zilyedin iyi niyetli olması:
Zilyedin taşınmazı iyi niyetle elinde bulunduruyor olması gerekmektedir. Bir olayı bilmeyen kimsenin bilgisizliği, onun kendi kusuru yüzündense, o kişi iyi niyete dayanamaz. Yani kanun iyi niyeti kusursuz bilgisizlik kapsamında tutmuştur.
Türk Medeni Kanunu madde 1020 “Tapu sicili herkese açıktır.İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.”
Medeni Kanun madde 1020 sayesinde kimse tapudaki kaydı,tescili,şerhi bilmediğini ileri süremez. İleri süren kişilerinde yaptıkları iktisaplar iyi niyetli yapılmış olarak kabul edilmez.
Doktrindeki yaygın görüşe göre bir kişi hayattayken kötü niyetle taşınmaz maliki olarak tapu kütüğüne kayıt olduysa kazandırıcı zamanaşımı işlemeyecektir. Ancak bu kişi öldüğünde, kötü niyetli miras bırakanın iyi niyetli mirasçıları Medeni Kanun md. 712’den yararlanabilicektir. MK md. 712’de bahsedilen 10 yıllık süre mirasçılar için miras bırakanın ölüm günü başlar.
- Zilyedliğin aralıksız ve çekişmesiz 10 yıl devam etmesi;
Olağan zamanaşımı ile mülkiyetin kazanılması için taşınmazın zilyetliğinin çekişmesiz 10 yıl devam etmesi gerekmektedir.
10 yıllık zamanaşımı süresinin zilyetliğin başlangıcından mı yoksa yolsuz tescilin yapıldığı günden mi başladığına dair çeşitli görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
Önceki zilyetlik süresinin hesaba katılması:
Türk Medeni Kanunu madde 996 “Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma hakkına sahip olan zilyet, zilyetliği kendisine devreden aynı yetkiye sahip idiyse onun zilyetlik süresini kendi süresine ekleyebilir.”
Birbiri ardından gelen zilyetlerin, zilyet sürelerinin birbirine eklenebimesi için, her birinin TMK madde 712’deki koşulları taşıması gerekir.
Olağan zamanaşımı ile taşınmazı kazanımın sonucu:
Anlatalan kazanım şekli geriye etkili olarak sonuçlar doğurur.böyle bir durumda tescilin başlangıçtan itibaren geçerli olduğu kabul edilir ve mülkiyet hakkıda tescil anında kazanılmış sayılır.
Av. Aliye Gökçe Göker
tarafından Av. Ayça Çakmakçıoğlu | Eki 13, 2017 |
Türk Medeni Kanun ile; kişilerin vefat etmesi halinde geriye kalan mallarının kimler arasında ne şekilde paylaştırılacağı düzenlenmiştir. Burada bahsi geçen yasal mirasçılardır ve kanunen alacakları paylar belirlenmiştir. Ancak; kişiler vefa borcu ve benzeri sebeplerle bazı kişilerin mirastan daha fazla pay almasını veya hiç mirasçı olmayan kişilerin de mirastan pay almasını isteyebilir. İşte böyle bir isteğin bulunması halinde miras bırakacak kişi tarafından ölüme bağlı tasarrufun bir türü olan vasiyetname düzenlenebilmektedir. Bu vasiyetnamenin geçerli olabilmesi için belli şartlar bulunduğu gibi, içeriği de denetime tabidir.
VASİYETNAME NASIL DÜZENLENMELİDİR?
Türk Medeni Kanunu’nun 531 ve devamı maddeleri uyarınca Vasiyetname 3 şekilde düzenlenebilir:
- Resmi Vasiyetname (TMK. M. 532-537)
Resmi vasiyetname, iki tanığın katılmasıyla resmi memur tarafından düzenlenir. Resmi memur, sulh hakimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli olabilir. Vasiyetname, mirasbırakan tarafından okunup imzalanır. Memur, vasiyetnameyi tarih koyarak imzalar. Mirasbırakan, vasiyetnameyi okuduğunu, bunun son arzularını içerdiğini memurun huzurunda iki tanığa beyan eder. Tanıklar, bu beyanın kendi önlerinde yapıldığını ve mirasbırakanı tasarrufa ehil gördüklerini vasiyetnameye yazarak veya yazdırarak altını imzalarlar. Vasiyetname içeriğinin tanıklara bildirilmesi zorunlu değildir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da tanıkların tanıklık yapabilecek kişilerden seçilmesidir. Zira; 536. Maddede
Fiil ehliyeti bulunmayanlar, bir ceza mahkemesi kararıyla kamu hizmetinden yasaklılar, okur yazar olmayanlar, mirasbırakanın eşi, üstsoy ve altsoy kan hısımları, kardeşleri ve bu kişilerin eşleri, resmi vasiyetnamenin düzenlenmesine memur veya tanık olarak katılamazlar.
Resmi vasiyetnamenin düzenlenmesine katılan memura ve tanıklara, bunların üstsoy ve altsoy kan hısımlarına, kardeşlerine ve bu kişilerin eşlerine o vasiyetname ile kazandırmada bulunulamaz.” Demekle tanıklıktan yasaklı kişiler belirtilmiştir.
- El yazılı vasiyetname (TMK m. 538)
Vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek başından sonuna kadar mirasbırakanın el yazısıyla yazılmış ve imzalanmış olması zorunludur. El yazılı vasiyetname, saklanmak üzere açık veya kapalı olarak notere, sulh hakimine veya yetkili memura bırakılabilir.
- Sözlü vasiyet (TMK m. 539-541)
Mirasbırakan; yakın ölüm tehlikesi, ulaşımın kesilmesi, hastalık, savaş gibi olağanüstü durumlar yüzünden resmi veya el yazılı vasiyetname yapamıyorsa, sözlü vasiyet yoluna başvurabilir. Bunun için mirasbırakan, son arzularını iki tanığa anlatır, tanıklar vasiyeti kağıda döküp imzalar ve belgeyi ikisi birlikte vakit geçirmeksizin bir sulh veya asliye mahkemesine verirler ve mirasbırakanı vasiyetname yapmaya ehil gördüklerini, onun son arzularını olağanüstü durum içinde kendilerine anlattığını hakime beyan ederler. Veya direk mahkemeye başvurarak arzuları tutanağa da geçirtebilirler.
Resmi vasiyetname düzenlenmesinde okur yazar olma koşulu dışında, tanıklara ilişkin yasaklar, sözlü vasiyetteki tanıklar için de geçerlidir.
VASİYETNAMENİN GEÇERLİLİK ŞARTLARI NELERDİR?
- Vasiyet yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve onbeş yaşını doldurmuş olmak gerekir. (TMK m.502)
- Mirasbırakanın yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama etkisi altında yaptığı ölüme bağlı tasarruf geçersizdir. Ancak, mirasbırakan yanıldığını veya aldatıldığını öğrendiği ya da korkutma veya zorlamanın etkisinden kurtulduğu günden başlayarak bir yıl içinde tasarruftan dönmediği takdirde tasarruf geçerli sayılır.
Ölüme bağlı tasarrufta kişinin veya şeyin belirtilmesinde açık yanılma halinde mirasbırakanın gerçek arzusu kesin olarak tespit edilebilirse, tasarruf bu arzuya göre düzeltilir. (TMK m. 504)
- Mirasçı olarak altsoyu, ana ve babası veya eşi bulunan miras bırakan, mirasının saklı paylar dışında kalan kısmında ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir. Bu mirasçılardan hiç biri yoksa, mirasbırakan mirasının tamamında tasarruf edebilir. (TMK m.505) Kardeşlerin saklı payı olduğuna ilişkin düzenleme 2007 yılında yürülükten kaldırılmıştır.
tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Eki 12, 2017 |
Evli çiftler, çocukları doğduktan sonra o çocuğun bakımından, gözetiminden,korunmasından ve eğitim masraflarından birlikte sorumludurlar. Çiftler boşansa dahi çocuklarının bu ihtiyaçlarını ortak şekilde karşılamakla yükümlü olmaya devam ederler.
Türk Medeni Kanunu’nun 182. maddesi kapsamında, boşanmış ve çocuğun velayetine sahip olmayan anne yada baba, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine maddi gücü oranında katılmak zorundadır. İşte çocuğun giderlerini karşılamak için verilen bu nafakaya ülkemizde iştirak nafakası denmektedir.
TMK madde 182/2 “Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.”
İŞTİRAK NAFAKASI HANGİ GİDERLERİ İÇERİR?
İştirak nafakası; çocuğun yiyecek,giyecek,barınma,sağlık,dinlenme,eğitim,harçlık gibi giderlerini kapsamaktadır. Mahkeme, burada sayılan giderleri iştirak nafakasından ayrı bir gider sayarak hüküm kuramaz. Örneğin, mahkemece iştirak nafakası hesaplanırken çocuğun sağlık giderlerini ayrı bir gider olarak yeniden hesaplayamaz bu hesaplama iştirak nafakasının içinde yapılmalıdır.
T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2003/5179 K. 2003/8223 T. 03.06.2003 “…İştirak nafakasının içersinde, barınma, giyinme, beslenme, eğitim, ulaşım gibi zaruri giderler bulunmaktadır. Mahkemece bu yön ve davacının talebi de dikkate alınıp, nafaka takdiri gerekirken, infazda karışıklık yaratacak şekilde ( HUMK.md. 388 ) okul ve servis ücreti ayrık tutularak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır…”
İŞTİRAK NAFAKASI NE ZAMAN TALEP EDİLMELİDİR?
İştirak nafakası ,boşanma davası sırasında anne veya baba tarafından talep edilebilir. Boşanma dilekçesinde iştirak nafakası talep edilmemişse dahi, dava sürecinde daha sonraki bir zamanda telep edilebilir.(T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E.2012/2202 K.2012/21943 T.)
İştirak nafakası talebinde bulunacak olan anne veya baba; boşanma davası ile yahut karşı dava ile yahut bağımsız bir dava ile talepte bulanabilir. Ayrıca iştirak nafakası, koşulların değişmesi ile her zaman mahkemeye başvurularak mahkemece azaltılabilir veya çoğaltılabilir.
İŞTİRAK NAFAKASINA RE’SEN KARAR VERİLEBİLİR.
Yukarıda “TMK madde 182 uyarınca anne ve baba çocuğun giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.” demiştik. Bu kanun maddesi dolayısıyla mahkeme boşanma davasının kararını verirken tarafların bir talebi olmasa dahi re’sen çocuğa iştirak nafası verilmesine karar vermelidir.
T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E.2015/8325 K.2015/22518 T.30.11.2015 “..Velayeti davacı anneye bırakılan 10.02.2013 doğumlu müşterek çocuk S.için doğum tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 150 TL tedbir nafakasına hükmedilmiş, iştirak nafakası hususunda olumlu olumsuz bir hüküm kurulmamıştır. Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır (TMK. md. 182/2) Hakim, bu hususu boşanmaya karar verirken, talep olup olmadığına bakmaksızın re’sen gözetmek zorundadır. Buna göre; müşterek çocuk için boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren iştirak nafakasına hükmedilmesi gerekirken bu yönün gözetilmemesi usul ve yasaya aykırıdır.
İŞTİRAK NAFAKASI NE ZAMAN ÖDENMEYE BAŞLANIR?
Kural olarak iştirak nafakası kararı boşanma kararı ile verilmektedir. Bu halde, iştirak nafakasının başlangıcı boşanma kararının kesinleştiği gündür. Boşanma davasının açıldığı tarihten – kararın kesinleşmesine kadarki süreçte çocuk hakkında takdir edilen nafakaya iştirak nafakası değil, tedbir nafakası denmektedir. Kararın kesinleşmesi ile tedbir nafakası iştirak nafakasına dönüşmektedir. Bu iki nafaka türü birbirine karıştırılmamalıdır. Aslen aynı niteliğe sahip olsalar da; ismen farklı iki nafaka olarak kabul edilmektedirler.
Herhangi bir nedenle boşanma davasında iştirak nafakası kararı verilmediyse daha sonra açılacak bir dava ile iştirak nafakası talep edilebilir. Bu durumda iştirak nafakasının başlangıcı bu bağımsız davanın kesinleşme tarihidir.
İştirak nafakası çocuğa verilen bir nafaka çeşididir. Bu durumda çocuk doğmadan iştirak nafakası verilemeyeceği gibi soy bağı kurulmadan da iştiraf nafakası verilemez.
İŞTİRAK NAFAKASININ NE ZAMAN SONA ERER?
- İştirak nafakası verilen çocuk ölmüşse, iştirak nafakası çocuğun ölüm tarihi ile kendiliğinden sona erer.
- Kendisine iştirak nafakası verilen çocuk erginliğe ulaştığında iştirak nafakası yine bu tarihte kendiliğinden sona erer. Ancak burada bir istisna mevcuttur.
TMK madde 328 “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.”
Erginliğe ulaştığı için kendisine ödenen iştirak nafakası kesilen kişi, mahkemeye başvurarak eğitiminin devam ettiğini gösteren belgeleri sunmak suretiyle, eğitim süresince kendisine iştirak nafakası verilmesi talebinde bulunabilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus; ergenliğe ulaşmış ancak eğitimine devam eden kişinin bizzat mahkemeden yeni bir talep ile kendisine iştirak nafakası verilmesini istemesidir.
- İştirak nafakasından feragat edilirse, feragat tarihinden itibaren iştirak nafakası kesilir.
- İştirak nafakası alan çocuk evlatlık verilirse, bu tarih itibariyle iştirak nafakası kesilir.
GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME HANGİSİDİR?
İştirak nafakası ister boşanma davası sırasında talep edilsin ister sonrasında bağımsız bir dava ile talep edilsin görevli mahkeme Aile Mahkemesi’dir.
İştirak nafakası boşanma davasında talep edildiyse boşanma davasında yetkili olan mahkeme yetkilidir.
İştirak nafakası boşanma kararından sonra bağımsız bir dava ile talep ediliyorsa; TMK madde 177 “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.” Kanun koyucu bu madde ile kesin yetkili mahkemeyi göstermiştir.
ZAMANAŞIMI YOKTUR.
İştirak nafakasında zamanaşımı yoktur. Çocuk ergenliğe ulaşıncaya kadar her zaman talep edilebilecek bir nafakadır.
Av. Aliye Gökçe GÖKER