tarafından Av. Müge Uygun Gün | Eki 5, 2017 |
Boşanma sürecinde eşlerin belki de en çok sıkıntı yaşadığı konu; çocuğun velayetinin kimde olacağıdır. Taraflar velayet konusunda anlaşabilir, hâkim de bunu uygun görürse çocuğun velayeti o kişiye verilir. Ancak ana-babadan her ikisi de çocuğun velayetini istiyorsa bu konuda takdir yetkisi hâkimindir. Taraflar hâkimin kararına uymak zorundadırlar. Ayrıca yaşanan bir diğer sıkıntı da çocuğun velayeti kendisine verilen eşin, diğer eş ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasını zorlaştırmasıdır. Kimi zaman eş, çocuğu görmek için icra yolunu kullanmak durumunda kalmakta, çocuğunu görmek için hâkimin takdir ettiği günlerde icra memurları ile çocuğunu almaya gidip ciddi masraflar yapmak zorunda kalmaktadır.
Velayet konusunda Şubat 2017 tarihinde verilmiş çok önemli bir Yargıtay Kararı vardır. Bu karar, yukarıda bahsettiğim sorunlara karşı uygulamada tamamen yenilik getirici bir karar olmuştur.
İç hukukumuzda velayete ilişkin düzenlemeler aşağıdaki gibidir.
Mahkeme; boşanma veya ayrılığa karar verirken olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.
Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır(TMK m. 182/1-2).
Uluslararası antlaşmalara bakacak olursak;
Türkiye Cumhuriyeti adına 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan “11 numaralı Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 numaralı Protokol”, 6684 Sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunarak, 25.03.2016 tarihli Resmi Gazete ‘de yayımlanıp yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuz halini almıştır. Ek 7 numaralı Protokol’ün 5. maddesine göre, “Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi halinde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliği taşıyan hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına engel değildir”.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere dair Milletlerarası Antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi sebebiyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Antlaşma hükümleri esas alınır. (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.90/ son).
İç hukukla ilgili yasal düzenlemeye baktıktan sonra “kamu düzeni” kavramı üzerinde durmak uyuşmazlığın çözümü için yararlı olacaktır.
Yukarıda değinilen iç hukukumuz ve kamu düzeni kavramı ile ilgili açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde “ortak velayet” düzenlenmesinin, Türk kamu düzenine “açıkça” aykırı olduğunu ya da Türk toplumunun temel yapısı ve temel çıkarlarını ihlal ettiğini söylemek mümkün değildir. (T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2016/15771 K. 2017/1737)
Bu karar ile artık çocuğun velayetinin ana-babaya birlikte verilmesinin önü açılmıştır.
tarafından Av. Ayça Çakmakçıoğlu | Eki 3, 2017 |
4857 Sayılı İş Kanununun 120. maddesi uyarınca 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesi hariç diğer maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. Sözü geçen 14. Madde kıdem tazminatı konusunu düzenlemekte olup, 1. Fıkranın 4. Ve 5. Bentlerinde yaşlılık, emeklilik veya malûllük aylığı veya toptan ödeme almak amacıyla iş akdinin feshi halinde kıdem tazminatı konusunu açıklamaktadır.
KIDEM TAZMİNATI (1475 sayılı İş Kanunu)
MADDE 14 – Bu Kanun’a tabi işçilerin hizmet akitlerinin :
- İşveren tarafından bu Kanun’un 17 nci maddesinin II numaralı bendinde gösterilen sebepler dışında,
- İşçi tarafından bu Kanun’un 16 ncı maddesi uyarınca,
- Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyla,
- Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malûllük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla;
- (Ek: 4447 – 25.8.1999) 506 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun Geçici 81 inci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle,
Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.
KIDEM TAZMİNATI TALEP EDİLEBİLMESİ İÇİN BAZI ŞARTLARIN BİRLİKTE VAR OLMASI GEREKİR.
“…İş sözleşmesinin bu amaçla feshinden söz edilebilmesi için,
- sözleşmeyi işçinin feshetmiş olması,
- feshin emekli (yaşlılık) aylığı almak amacıyla yapılmış olması ve
- işçinin sosyal güvenlik kurumuna başvurduğunu ve aylığı hak kazandığını belgelemesi*
gerektiği belirtilmiştir.
İşçinin, iş sözleşmesini yaşlılık aylığı almak amacıyla feshinde, kıdem tazminatı hakkının dogması için fesih tarihinde yaşlılık aylığına hak kazanma koşullarının gerçekleşmiş olması yeterlidir. Kanunda ön görülen belgeleme koşuluna uyulmamış olması kıdem tazminatı hakkının doğmasını engellemez.* Belgeleme koşuluna uyulmaması hali sadece kıdem tazminatının gecikme faizinin fesih tarihinden değil dava tarihinden başlatılması sonucunu meydana getirir. Başka bir anlatımla bu yön iş verenin kıdem tazminatı borcu bakımında hangi tarihte temerrüde düştüğünün tespitinde belirleyici olur..” (T.C.YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ E. 2015/3353 K. 2016/12668 T. 28.4.2016)
“..14. maddesinin 3. fıkrası gereği işverenin kıdem tazminatı ödeme yükümlülüğü, davacı işçinin aylık veya toptan ödemeye hak kazanmış bulunduğunu ve kendisine aylık bağlanması veya toptan ödeme yapılması için yaşlılık sigortası bakımından bağlı bulunduğu kuruma veya sandığa müracaat etmiş olduğunu belgelemesi şartına bağlıdır..” (T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2015/9-1631 K. 2017/1009 T. 24.5.2017)
EMEKLİLİK YAŞI GELMEMİŞ OLSA DAHİ BU HAK KULLANILABİLİR.
“..1475 Sayılı yasaya 4447 Sayılı yasa ile eklenen 5. bentte, “506 Sayılı Kanunun 60. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun Geçici 81. maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle” işçilerin kıdem tazminatına hak kazanabileceği hükme bağlanmıştır. Düzenlemenin amacı, prim ödeme ve sigortalılık süresi yönünden emeklilik hakkını kazanmış olsa da, diğer bir ölçüt olan emeklilik yaşını beklemek zorunda olan işçilerin, bundan böyle çalışma olmaksızın işyerinden ayrılmaları halinde kıdem tazminatı alabilmelerini sağlamaktır. İşçi ayrıldığı tarihte sigortalılık süresini ve prim gün sayısını tamamlamış ise kıdem tazminatına hak kazanacaktır..” (T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2016/27010 K. 2016/16881 T. 29.9.2016)
BU ŞEKİLDE İŞTEN AYRILIP TAZMİNAT ALAN İŞÇİ DAHA SONRA BAŞKA YERDE İŞE GİREBİLİR.
“..Ayrıca çalışma hakkı anayasal bir haktır. Davacının ayrıldıktan sonra yeni iş bulması, bu hak kapsamında değerlendirilmelidir. Yasal hakkını kullanan işçinin, ayrılmadan önce ve çalışırken iş bulduğu savunulmadığı sürece bu hakkını kullanması, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilemez..” (T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2016/27010 K. 2016/16881 T. 29.9.2016)
FAİZ BAŞLANGIÇ TARİHİ, BELGENİN İŞVERENE TEBLİĞ TARİHİDİR.
“..Yaşlılık aylığı sebebi ile kıdem tazminatına hak kazanıldığında faiz başlangıcı, Sosyal Güvenlik Kurumundan alınan yaşlılık aylığı bağlandığına dair belgenin işverene tebliğ edildiği tarihtir. İşverene bu tür bir yazılı bildirim yapılmadığı takdirde faiz başlangıcının dava tarihi olarak kabulü gerekir..” (T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2017/4978 K. 2017/9003 T. 25.5.2017)
FAİZ TÜRÜ, MEVDUATA UYGULANAN EN YÜKSEK FAİZDİR.
“..4857 Sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi yollamasıyla, halen yürürlükte bulunan 1475 Sayılı Kanun’un 14. maddesinin on birinci fıkrası hükmüne göre, kıdem tazminatının gününde ödenmemesi durumunda mevduata uygulanan en yüksek faize karar verilmelidir..” (T.C. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2016/28559 K. 2016/20993 T. 12.12.2016)
tarafından Av. Ayça Çakmakçıoğlu | Eyl 25, 2017 |
Günümüzde pek çok insan evlilik birliğini sonlandırma yoluna gitmektedir. Bu ayrılık süreci bazen ortak alınan bir karar ile, bazen tek tarafın isteği üzerine, bazense iki taraf da boşanmak isterken velayet, mal-mülk gibi konularda anlaşma sağlanamadan gerçekleşmektedir. Her iki tarafın da boşanmayı istediği ve çocukların velayeti, ortak malların kimde kalacağı, nafaka konusu gibi hususlarda eşlerin anlaşma sağlayabildiği boşanma davaları anlaşmalı boşanma olarak nitelendirilebilir.
Anlaşmalı Boşanma Davasının Kabul Edilmesi İçin Gerekli Şartlar Nelerdir?
- Öncelikle; anlaşmalı boşanma davası açabilmek için evlilik en az 1 yıl sürmüş olmalıdır.
Aksi takdirde mahkeme tarafından evlilik birliğinin temelden sarsılmış olup olmadığını araştırarak karar verilecektir. Yargıtay’ın yerleşik görüşü bu yöndedir.
- Eşlerin birlikte dava açmaları veya bir eşin açtığı anlaşmalı boşanma davasının diğer eş tarafından kabul edilmesi gerekir.
- Eşler arasında aşağıdaki hususları barındıracak bir protokol hazırlanarak dava açılırken veya ilk duruşmaya kadar mahkemeye sunulması gerekir.
Bu protokolde;
– Çocukların velayetinin kimde kalacağı ve diğer eşin çocukla ne şekilde görüş sağlayacağı (kişisel ilişki) , çocuklara ödenecek nafaka (iştirak nafakası) varsa miktarı,
– Eşe ödenecek nafaka (yoksulluk nafakası) varsa miktarı,
– Ortak malların paylaşımı, ve mal teslim tarihleri
– Maddi-manevi tazminat talep ediliyorsa miktarları ve ödeme tarihleri belirtilmelidir.
– Taraflar arasında anlaşma sağlanan başkaca hususlar varsa (Örneğin kredi borcunu ödeme anlaşması, kira ve aidat ödeme anlaşması gibi) bunlar da protokole yazılır.
– Boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hususunda yapılan düzenleme kanuna aykırı içerik taşımamalıdır ve koşula bağlanmamalıdır.
– Protokolde belirtilen hususlar uygulanabilir olmalıdır.
- Eşlerin duruşmaya bizzat katılması ve aynı anda hakim huzurunda dinlenmeleri gerekir.
Hakim tarafından sunulan protokolün tarafların serbest iradelerini yansıttığı, boşanma isteğinin samimi olduğuna kanaat getirilmelidir.
Boşanma Kararı Ne Zaman Verilir?
Anlaşmalı boşanma davası açıldıktan sonra dosyanızın hangi mahkemede görüleceği ve dosya numaranız tarafınıza bildirilecektir. O mahkeme kalemine gidip anlaşma boşanma davası atığınızı ve duruşma gününü yakın tarihe istediğinizi belirtirseniz yakın bir tarihe duruşma günü alabilme ihtimaliniz olabilir. Bu durum mahkemelerin yoğunluuna göre değişir.
Duruşma günü her iki eşin de bizzat duruşmaya katılması gerektiğini belirtmiştik. Şayet yukarıdaki şartlar yerine getirildiyse; hakim ilk duruşmada eşleri dinledikten sonra protokoldeki hususlar uyarınca boşanmaya karar verebilir. Protokolde anlaşılmayan , eksik, hatalı hususların varlığı halinde taraflara/eşlere sorarak iradelerini öğrenip tutanağa geçirerek buna göre karar verebilir.
Boşanma kararının yazılması biraz süre alacaktır. Daha sonra mahkemeden kararı alıp temyiz etmeyeceğinizi belirtmeniz halinde karar kesinleşir ve mahkeme tarafından nüfus müdürlüğüne yazı yazılarak boşanma bildirilir.
Protokole Aykırı Davranılırsa Ne Yapılabilir?
Boşanma kararı ile ayrıca protokolün onanmasına da karar verilir. Artık protokolde belirtilen konular mahkeme kararıyla kabul edilmiş olur. Protokole uyulmaması halinde; aile mahkemesinden protokolün uygulanması istenebilir.
Örneğin; protokol ile bir taşınmazın kadın eş adına tesciline karar verilmiş; ancak süresi geçmesine rağmen halen bu işlem yapılmadıysa kadın eş aile mahkemesinden tapu iptal ve tescil talebinde bulunabilir. Yine aynı şekilde protokole dayalı alacağın tespiti, protokolün yerine getirilmesinin sağlanması gibi talepler de aile mahkemesine açılacak dava ile talep edilebilecektir.
tarafından Av. Ayça Çakmakçıoğlu | Eyl 12, 2017 |
Terk sebebiyle boşanma; Türk Medeni Kanun’un 164. Maddesinde açıklanmış olup mutlak boşanma sebeplerindedir.
MADDE 164.- Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hakim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hakim veya noter , esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi halinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilan yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.
- TERK SEBEBİYLE BOŞANMA DAVASI AÇILABİLMESİ İÇİN AŞAĞIDAKİ ŞARTLARIN BİRLİKTE BULUNMASI ŞARTTIR.
- Eşlerden birisi ortak yaşamdan ayrılmış olmalıdır.
Eş, haklı bir sebep olmaksızın iradi bir şekilde ortak yaşamdan ayrılmış olabilir veya haklı bir sebep olmadan eşinin ortak konuta dönmesini engelleyebilir. Her iki durumda da terk eden kişi konumunda olup; terk sebebiyle dava açma hakkı bulunmamaktadır. Burada sözü edilen ayrılık, ortak yaşama son verme kastı içermelidir. Öğrenim, askerlik, hastalık gibi sebeplerle ayrı yaşamak bu kapsamda sayılmamaktadır.
Ortak yaşamdan ayrılma bazı durumlarda hukuka uygun olabilir. Kişiliği, ekonomik güvenliği ve ailenin huzuru ciddi şekilde tehlikeye düşerse; eş ayrı yaşama hakkına sahiptir. Örneğin; eşi canına kastetmişse veya çocuğuna refaketçi kalması gerekiyorsa bu terk sayılmaz. Hakkında boşanma veya ayrılık davası açılmışsa; eş, dava reddedilip karar kesinleşene kadar eve dönmeme hakkına sahiptir. İhtar ancak kesinleşmeden 4 ay geçtikten sonra gönderilirse hüküm ifade eder. Ancak feragat ve müracaata bırakma halinde karar tarihinin esas alınacağı kabul görmektedir.
- Eşler karşılıklı anlaşarak ayrı yaşamı tercih etmiş olmamalıdır.
- Eşler arasında devam eden bir ceza davası veya soruşturması, tedbir nafakası davası, tazminat davası ve evlenmenin butlanı gibi iyiniyeti kaldıran davalar bulunmamalıdır.
- Terk eden eş akıl hastasıysa kendisine boşanma davası açılamaz.
- Davet edilen konutun ihtar talep tarihinden 4 ay önce tarafların sosyal konumuna göre hazırlanmış olması gerekir.
Davet edenin söz konusu konutta ikamet ediyor olması şarttır.
Konutta yeterli yiyecek – içecek, döşeme eşyası ve mevsimine göre ısınma gerekleri bulunmalıdır.
Kural olarak eşler konut seçimini ortak yaparlar. Evi terk eden eş; davet edildiği konutun birlikte seçmedikleri ev olduğu yönünde itirazda bulunabilir. Davet edilen evin, eşlerden biri tarafından seçilen veya hakim tarafından belirlenen bir ev olması gerekir.
Konut bağımsız ve güvenli olmalıdır. Ortak kullanılan konut olmamalıdır. Bakıma muhtaç ana-baba-kardeşin boşanma sebebi yaratacak davranışları bulunmamışsa bu durum bağımsızlığa engel sayılmamaktadır.
- Aile Mahkemesi Hakimi veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmalıdır.
İhtarda açık adres bulunmalı, eve dönüş için 2 aylık yasal sürenin bulunduğu belirtilmeli ve ihtara uymamanın sonuçları açıklanmalıdır. Ayrıca, uzak bir yerden gelinecekse; konuta davet edilen kişiye, gerekli yol giderinin konutta ödemeli olarak gönderilmesi gerekmektedir.
Ortak yaşamdan ayrılmadan itibaren 4 ay geçmedikçe ihtar talep edilemez. Bu süre geçtikten sonra usulüne uygun bir ihtar ile terk edene 2 aylık süre verilir ve bu süre içinde konuta dönüş sağlanmazsa terk sebebiyle boşanma davası açılabilir. İhtarın karşı tarafa tebliği ile süre başlar.
Davet edilen eşin bazı durumlarda eve girememesi söz konusu olabilir. Örneğin davacı taraf evde olmayabilir, kapıyı açmayabilir, anahtar bırakmayabilir. Yargıtay; terk nedeniyle açılan davada boşanma kararı verilebilmesi için eşin her an davete uyabileceği düşünülerek evin içeriye girmesine imkan verecek şekilde hazır bulundurulması gerektiğini belitmiştir.
Eve dönüş için verilen sürede terk eden eşin ihtara uymamakta haklı nedenleri varsa; boşanmaya karar verilmez. Örneğin; hastalık, askerlik, tutukluluk halleri gibi durumlar.
- DAVADA USUL VE İSPAT YÜKÜ
Terk sebebiyle boşanma davasının kabul edilebilmesi için usulüne uygun bir ihtarın tebliğ edilmiş olmasına rağmen haklı bir sebep olmaksızın konuta dönülmemiş olması gerekir. Burada ispat edilmesi gereken; ortak yaşamdan ayrılmanın sebebi değil; ortak yaşama geri dönmemenin haklı sebebidir ve davete uymamanın haklı sebebini ispat yükü davalıya aittir.
Terk sebebiyle boşanma davasında davalının davayı kabul beyanı sonuca etkili değildir. Ancak taraflar davanın her aşamasında ıslah yolu ile davalarını anlaşmalı boşanmaya çevirerek anlaşmalı boşanma gerçekleştirebilirler.
Terk sebebiyle boşanma her ne kadar mutlak boşanma sebebiyse de; hakim boşanma yerine ayrılığa hükmedebilir.
Terk sebebiyle boşanma davalarında boşanmaya sebep olan olayın, usulüne uygun ihtar tebliğine rağmen, davalı eşin haklı bir sebep bulunmaksızın ortak konutuna ve aile birliğine dönmemesi olduğu ve gerçekleşen bu durumun kişilik haklarına saldırı oluşturmadığından manevi tazminat talep edilemeyeceği kabul edilmektedir. (YARGITAY 2. HD E. 2015/18675 K. 2016/10808 T. 1.6.2016)
tarafından Av. Aliye Gökçe Göker | Eyl 6, 2017 |
Tahliye taahhütnamesi; kiracı tarafından, kiralanan taşınmazın belgede belirtilen tarihte hiçbir şarta gerek kalmaksızın boşaltıp tahliye edileceğine ilişkin imzaladığı yazılı belgedir.
Yasalarımız, çoğunlukla kiracıyı korumakta; bu şekilde daha güçsüz konumda olan kiracı yararına düzenlemeler yapmaktadır. Ancak; Borçlar Kanunu madde 352, tahliye taahhütnamesini düzenlemiş olmakla; kiraya verenleri tahliye konusunda koruma altına almıştır. Bu sayede kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlenebilir.
Tahliye taahhütnamesinin geçerli kabul edilip, kiracının bu belgeye dayanarak tahliyesinin talep edilebilmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Öncelikle; tahliye taahhütnamesinin geçerlilik şartları şu şekildedir:
Tahliye taahhütnamesinin geçerli olabilmesi için gerekli şartlar;
- Tahliye taahhütnamesi yazılı olmalıdır. Sözlü olarak beyan edilen tahliye taahhüdü gerçerli değildir.
- Yazılı şekilde yapılan bu taahhütnamesinde taşınmazın hangi tarihte boşaltılacağı açık ve net bir biçimde belirtilmiş olmalıdır. Aksi takdirde yapılan tahliye taahhüdü kanunda öngörülen kurallara aykırılık oluşturduğundan geçersiz sayılacaktır.
- Dava konusu taşınmaza ilişkin kira sözleşmesinin 3. ve 17. maddelerdinde yer alan: “kiracı kiralanan mecuru Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun özelleştirme ile ilgili kararından itibaren üç ay içerisinde tahliye edeceği peşinen kabul ve taahhüt eder.” hükmü, şarta bağlı bir taahhüt niteliğinde olup, Borçlar Kanun’un maddesi uyarınca gerçerlidir. Şart gerçekleşmiş ise taahhüt hüküm ifade eder. Ancak tahliye taahhüdünün açıkça belli ve muayyen bir tarihi içermesi gerekir. Sözleşmenin 3., 17. maddesi belli ve muayyen bir tarihi içermediğinden bu tahliye taahhüdüne değer verilemez. Bu nedenle davanın reddi gerekirken, yazılı gerekçeyle hüküm kurulması doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2007/6086 K. 2007/7625 T. 18/06/2007)
- Tahliye taahhütnamesi, kiralananın kiracıya tesliminden sonraki bir zamanda düzenlemiş olmalıdır. Ancak, düzenlenme tarihinin bulunmaması veya sonradan doldurulmuş olması halinde bu durum tahliye taahhüdünü geçersiz hale getirmez.
- Davada dayanılan ve hükme esas alınan 15.01.2003 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi tarafların imzasını taşıdığına göre geçerli olup tarafları bağlar. Kiracı tahliye taahhüdü amacıyla boş kağıda imza attığını üzerinin sonradan doldurulduğunu savunmuş ise de, yapılan bu savunmaya itibar edilemez. Boş kağıda imza atan kimsenin bunun sonucuna katlanması gerekir. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2009/11095 K. 2010/2313 T. 04/03/2010009
- Tahliye taahhütnamesini bizzat kira sözleşmesinde kiracı olarak anılan kişinin veya onun vekilinin imzalaması gerekmektedir.
Sonuç olarak, eğer kiracının ev sahibine verdiği tahliye taahhütnamesinde bazı tarihler boş veya belirlenenden farklıysa, sadece boş bir kağıt imzalanarak teslim edildiyse; kiracı, hata- hile veya tehdit altında imzalanmış bu belge ile bağlı olmadığını, öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl içerisinde bildirmelidir. Bu bildirim noter vasıtasıyla yapılmalıdır. Kiracı, kanunda kendine tanınan bu hakkı süresi içinde kullanmadığı takdirde kiraya veren ile aralarındaki tahliye taahhüdü geçerli olacaktır. Kiraya veren ile kiracı arasında tahliye taahhütnamesi nedeniyle çıkacak bir uyuşmazlığın dava yolula çözülmesi sırasında, kiracı boş olarak imzaladığı belgenin tahliye taahhüdü olarak verilmediğini veya tahliye taahhüdü olarak verilmekle beraber; tahliye tarihi ve diğer hususların kiraya veren ile aralarındaki anlaşmaya aykırı doldurulduğunu ispatlayamadığı sürece belge geçerli olacaktır.
Tahliye taahhütnemesinin kiralananın tesliminden sonraki bir tarihte düzenlenmesi gerektiğinden yukarıda bahsetmiştik. Bu nedenle kiracı kiralananın tesliminden sonra herhangi bir tarihte kiraya verene tahliye taahhütnamesini gönderebilir.
Tahliye taahhütnamesinde belirtilen tahliye tarihi geçmiş olmasına rağmen kiracı, kiralananı boşaltmamışsa, kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir. Bu 1 aylık süre zarfında, icra dairesinden tahliye talebinde bulunulmaması veya mahkemede tahliye davası açılmaması hak düşürücü sürenin geçmesine ve talebin reddine sebep olur.
Eğer kiraya veren mahkeme kanalıyla tahliye davası açmak ister ise görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesi’dir.
Bilinmelidir ki, tahliye taahhütnamesinde yazılan tahliye tarihi o gün geldiğinde kira sözleşmesini sona erdirmez, sadece kiraya verene kira sözleşmesini sonlandırmak için icra yolu veya dava yoluna gitme hakkı tanır.
Av. Aliye Gökçe Göker
tarafından Av. Müge Uygun Gün | Ağu 23, 2017 |
Maaş haczi,borç tahsil edilirken kullanılan hem kolay hem de uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir icra işlemidir. Bu sebeple üzerine konuşulması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.
Maaş Haczi, İİK 83.maddede düzenlenmiştir. Maaş haczinin gerçekleştirilebilmesi için takibin kesinleşmiş olması şarttır. Alacaklı, takip kesinleştikten sonra icra dairesinden borçlunun maaşına haciz konulmasını talep eder. Talep üzerine dosyayı inceleyen icra müdürü maaşınıza haciz konulmasına karar verebilir. Ancak buna bir sınırlandırılma getirilmiştir. Kişinin rızası olmadan maaşının ¼ ünden fazlası hiçbir şekilde kesilemeyecektir. Bu durumda akla gelebilecek olan soru kişinin maaşının tümüne haciz konulması için rıza verip veremeyeceğidir. Borçlunun rızası var ise maaşın tamamı da haciz edilebilir. Aksi takdirde borçlunun maaşının sadece ¼’üne haciz konulabilir.
Hakkınızda başlatılan birden çok icra takibi var ise ve alacaklıların hepsi maaş haczi talep etmiş ise ; maaşınızın ¼’ü haczedilecek ve alacaklılar sıraya girip sıra ile borçlarını bu meblağ ile tahsil edecekler.
Uygulamada maaş haczi ile ilgili karşılaşılan sorun; emekli maaşına haciz konulup konulamayacağı ile ilgilidir. Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Yasasının 93. Maddesiyle bu kurumdan alınan emekli maaşları artık haczedilemiyor. Buna göre Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu Ve BAĞ-KUR, SGK olarak tek bir çatı altında birleştirildiğinden bu kurumlardan alınan maaşların hacizleri istisnai haller hariç mümkün değildir.
5510 Sayılı Kanun’un 90 vd. maddeleri emekli aylıklarına ancak nafaka ve SGK prim borçları sebebiyle haciz uygulanabileceğini, bunun dışındaki alacaklar sebebiyle bloke veya haciz uygulanamayacağını düzenlemiştir. Bu haciz ise yine emekli maaşının ¼’ini geçememektedir.
Diğer bir husus ise emekli maaşına haciz konulabilmesi konusunda rıza gösterilmiş olmasıdır. Eğer tek taraflı olarak emekli maaşınıza haciz konulabilmesine yönelik bir beyanda bulunmuş iseniz haciz mümkün hale gelir ancak bu rızanın hiçbir şarta bağlanmaması gerekmektedir. Yargıtay uygulamalarınca, takip kesinleştikten sonra, haciz sırasında bu konuda verilen muvafakatname geçerli bir rıza olarak kabul edilmektedir.
Uygulamada maaş haczine yönelik ikinci sıkıntı ise banka hesabına yatan maaşın banka tarafından tamamının kesilmesidir. Haciz tehdidi altında olan kişi banka ki hesabının maaş hesabı olduğunun bankaya bildirmelidir.
Av. Müge UYGUN GÜN